Yeni Bir Başlangıç
İlkokul ve ortaokulda yataktan kalkamayacak kadar ateşlendiğim günler dışında bir gün bile devamsızlık yapmadım. Yapamadım daha doğrusu. Babamın en önemli kuralıydı disiplin, ve ciddi durumlar haricinde hiçbir şekilde esnettirmezdi. Dolayısıyla haziran ayında okula gelmeye devam eden az kişi olmasıyla birleştirilen sınıflara ve akıllı tahtada açılan filmlere alışığım. Artık ağır kitaplar yerine yalnızca not defteri ve birkaç kalem koyduğum, normalden kat ve kat hafif sırt çantamı alıp asla fermuarını açmayacağımı bile bile masamın üzerine koyardım. Bazı arkadaşlarım sadece basit bir el çantasıyla gelirlerdi hatta. Normalde giymediğimiz takdirde müdür yardımcısından izin almamız gereken okul üniformalarını dolabın en üst katına kaldırıp, okula istediğimiz yazlık kıyafetlerle gelirdik, kimsenin de umrunda olmazdı. Zilleri takip etmez, saatlerce bahçede sohbet ederdik arkadaşlarımla. Derse geç kaldığımız için izin kağıdı da almazdık, üzerine düşülmezdi, kimseye bir şey demeden sohbet etmeye sınıfta devam ederdik.
Lisede hiçbir yıl sonunu önceden geçirdiğim şekilde geçirmedim. Ona rağmen içimde hiç bitmeyen bir “okulun son haftası” hissiyatı var. Sanki tüm dünya toplamış eşyalarını ve kitaplarını, yaşam arasına bir tatil sıkıştırma derdinde.
Eskiden beni yemeden içmeden kesen, günlerce yataktan çıkmadan ağlamama sebep olan başarısızlıklarım, belki kendime daha çok güvendiğim içindir belki de kabulleniştir, bana eskisi kadar acı vermiyor, daha sakin karşılıyorum hayatımdaki olayları. Ama kötü olan şudur ki, heyecan da duymuyorum eskiden yaparken havalara uçtuğum işleri yaparken. Hayat hedeflerimi, tutkularımı yitiriyor gibiyim. Adeta ruhum tatile çıkmış, benliğim kendini kapatmış. Peki bu büyümek midir? Beş yıl önce hayata duyduğum bağlılığı bulamamak, gitgide canlılığımı, parlaklığımı yitirmek normal bir olgunlaşma süreci mi? Hiç zannetmiyorum.
Filozof Herakleitos’a göre insanların en yüce ve bilge olduğu an, ruhların ateşten kopup suyla nemlenerek dünyaya inmesinden sonra, ateşe tekrardan en yakın olduğu andır. Yani en kuru, en parlak ve en sıcak olduğu zaman. Aslında tam olarak insanın içinde yanan ateşin, insan olmanın verdiği tutkunun en yoğun olduğu zaman, insanın en bilgin olduğu an olarak vurgulamıştır. O zaman büyüdükçe olgunlaşmam gerekirken insan olmaktan bu kadar uzaklaşıyor gibi hissetmemin sebebi ne? Adeta yalnızca birkaç yıl önce tanıdığım, sevdiği konulardan konuşurken gözleri parlayan, zor zamanlarında hıçkıra hıçkıra ağlayan, istediği şeyleri elde etme yolunda asla pes etmeyen kızı, kendimi, artık tanıyamıyorum bile. Daha da kötüsü, çevremdeki insanların da artık yaşamayı yalnızca nefes almaktan ibaret gördüğünü, amaçsızca yapmak zorunda bırakıldıkları işleri yaptıklarını görüyorum. Sanki artık içi boş olan okul çantalarını sıralarının üzerine koymuşlar da, okulun bitiş zilinin çalmasını bekliyorlar gibi.
Liseden mezun olduktan sonra uzun bir süre kendimi bulmaya çalıştım. Yapmaktan zevk aldığım şeyleri düşündüm. Yapmak istemediğim şeyleri yapmayı bıraktım. Fark ettim ki, her insanın hayatını adamak için dünyaya geldiği bir şey, bir şeyler var. Kimisininki kitap okumak, kimisininki resim yapmak, kimisininki de yıldızlara bakmak. Çünkü insan, ruhunun ateşini besledikten sonra, ulaşabileceği en olgun haline ulaşmayı başarıyor. Gittikçe kuruyor, gittikçe yanıyor ve gittikçe daha fazla parlıyor. Yaşadığını daha çok hissediyor, renkleri bile daha parlak görüyor.
Kendimi dinledikten sonra benim için okulun son haftaları havası dağıldı. Artık okula yalnızca vakit öldürmek için gelip, bitiş zilinin çalmasını bekleyen bir öğrenci gibi hissetmiyorum. Çünkü benim sonbaharım geldi. Yeni kırtasiye alışverişini yapıp, eylülün ikinci haftasında ama okulun ilk günü heyecanıyla sınıfına adım atan bir ortaokul öğrencisi gibi, -içimde tekrardan yakmayı başardığım ateşle- yeni hayatıma adım atıyorum ben.