Unutmak Sağlıktır
Lethe, ey unutuşun ırmağı, kurtar beni!
Lethe’ye girip çıktım, her şey geride kaldı.
Yunan mitolojisi yeraltı dünyasındaki nehirlerden birini Lethe adıyla anar. Günahkârlar, Lethe ırmağına girip çıktığında ya da bir tas su içtiğinde düne ait her şeyi unutmuş olurlar. Unutuşun ırmağına, Dante de, “günahlar anımsanmadığı için değil” dizesiyle gönderme yapar. Baudelaire’in Lethe’si bir başka yerden akar: “Dingin hıçkırıklarımı boğup yutacak/ Tek yer senin kucağının uçurumudur;/ Ağzında hep o yaman unutuş durur/ Ve öpüşlerinden Lethe boşanır ancak.”
Biz o nehirden su içmeye gidelim sevdiğim. Nehir yok mu? Yaratırız. Damarlarımızda Schopenhauer kanı var: “Delilik, çok büyük acıların Lethe’sidir.”
Unuttuklarımız kadardır anımsadıklarımız.
Hiçbir şeyi unutmamak, her şeyin bellekte çöreklenip kalmasını engelleyememek insanı çıldırtırmış. İnsan beş duyunun hamalı olmadığına göre duyu çöplüğüne de dönüşmemelidir. Psikologlar insanın çıldırmaktan kurtulmak için öğrendiği kadar unutmayı da bilmesi gerektiğini söylerler.
Bir de “daima hatırlamak”la “asla unutmamak” arasında gidip gelmek/ kararsız kalmak sorunu var. Gökyüzüne birkaç gün başınızı çevirmeyin, unutursunuz; güvercinlerin saçaklara tutunmaya çalışmasına aldırmayın, onları, her şeyi unutursunuz. Birilerini anımsamaya çalışırken birilerini unutmak da güzeldir. Cemal Süreya’nın 99 Yüz’ünde Doğan Hızlan için söylediği, “Başı o kadar kalabalıktır ki, çok şeyi unutmak zorunda kalır.” sözü –Hızlan’ı aklamak için olsa da- sanki unutmaya teşvik eder. Bellek haindir, eşkıyadır; köşesinde bir adı saklar, gökyüzüne benzeyen birini saklar. Şaşırırsınız. Böyleydim, Şerif İzgören'in, “Daima hatırlamak, asla unutmamaktan daha iyi değil mi?” sözünde sarhoşluğumu yıkayıp çıktım. Ey Firuze, seni “daima hatırlamak” ne güzel.
Unutmak belki bir sorun, ama ayıklayamamak bir hastalık.
Benim güzel Zweig'ım, “Kalp, çabucak unutmak istediği şeyleri en derinlere gömme kabiliyetine sahiptir.” dese de sanki en derinlere gömdüğümüz varlıkların zamanla elmas değeri kazanması. İnsan dünü zor unutur, hele çocukluğunu... Bir benzetme yapayım: Zaman bir kara tahta. İnsan önünde küçük bir çocuk. Tahta o kadar dolu ki zaman çocuğa tahtayı yukarıdan aşağıya silmeyi emrediyor. Çocuk zıplıyor, tepedeki yazıları yani en eskiyi silemiyor. Gününü kolaylıkla temizleyebiliyor. Bilim adamları beynin unutmak konusunda yaptığını benzer biçimde anlatıyorlar.
Zati, bütün unutmaları bıyık altından gülerek anlatır. Bunu da şarap içen sufileri deveye benzeterek yapar: “Bir üştür-i ser-meste dönmiş mey içüb sofî/ Nāgāh beni gördi didi deve gördün mi?” Tanpınar Zati’yi okudu mu bilmiyorum, Abdullah Efendi’nin Rüyaları’nda Abdullah Efendi’nin de sarhoş olup her şeyi unutmak istediğini söyler.
İlhan Berk’in “unutma” sorunu yoktur: “Eskiden unutmak bilinmiyordu. Bölünmemişti zaman. Geçmiş, gelecek birdi. Bir saydamlığın adıydı zaman: Bakınca görülürdü.”
Unutma, ayıkla!
Unutma dersi uzun sürer, herkes hatırlama telaşında.
Bir dilim peynir, birkaç zeytin, ateşte közlenmiş irice bir domates... Kahvaltı başlamıştır. Ben nedense durmaksızın kaşığını göstermeyen çayımı karıştırıyorum. Bu eylemden nefret edenlere inat saatlerce sürüyor karıştırma işlemim. Aslında kahvaltı saatine sıkıştırılmış bir “unutma dersi”ndeyim. Kaşık döndükçe hızım artıyor. Unutmak istediğim ne ise -bu bir kent, bir olay, bir kişi olabilir- onu daha hızlı unutmaya başlıyorum. Kundera'dan öğrenmiştim: “Bir şeyi unutmak isteyen kişinin adımları hızlanır, hatırlamak isteyeninse yavaşlar.”
Kalkıp masadaki sapı işlemeli bıçağı sandığa saklıyorum. Bir cinayete karışmak ya cinayet haberi almak değil niyetim. Kendime duyduğum saygıyla onu düşünmemek için enerji harcıyorum. Nedense unutmamışım. Düşünmemenin unutmayla uzaktan yakından ilgisi yokmuş. Belleği bir pasta dilimi olarak düşünürsek unutmak hangi dilimdeyse o dilimi tüketmek gerekir.
Ben unutmadım, unutmayı sürdürüyorum. Bellek kirliliği kadar başka bir kirlilik henüz saptanmamış. İyinin unutulması zaman alır, kötünün unutulması bıktırır. Kötü şeyleri unutmuşken güzel şeyleri heba etmemeli.
Dünü unutmadıysan bana yarınla gelemezsin.
İnandığım her şeyin peşinden gittim. Yarı yolda bırakanlara teşekkür ettim. Yazdıklarımın rengi değişti. Sözlüklerde hiç kullanmadığım sözcükleri ipe dizdim. Bütün bildiklerimi unutmaya ant içtim. Kahire her zaman Mısır'da değildir, Necip Mahfuz Faslı olabilir, Cebelavi Sokağı çıkmazdır. Hukukun üstünlüğü sözü doğuda büyük bir yalandır. Her söze inanmak sağlığın işaretidir deseler de her sözü tartmamak saflıktır.