Su Eskir Mi?
Kaç zaman oldu bilmiyorum...
Güvercin başlı aydınlık sokaklar
Su içti sabahlarımdan,
Sonra
Dağılmış odalarda topaç çeviremedim diye
Yalın ayak, en ağlamaklı seslerimi geçtim.
Şehirler yıkılırken
Taşların düştüğü suların
Berraklığını kaçırdım,
Kaçırdım ve döktüm sevginin bittiği yerlere,
"Su eskir mi?" dedim bir yandan,
Bir yandan da
geçemediğim sularımda boğuldum.
Bir nar düştü
eski zamanın dallarından
Hâlâ diri ve atılgandı,
Kırmızı renkli;
Çiçeği burnunda bir dünya gibiydi,
Ha çatlayacak ha çatlayacaktı.
Kaç zaman oldu bilmiyorum
Dayım kundurasını kumla doldururdu ve:
"Bakın, denizleri burdan çıkardım" derdi.
Şapkası yan yatmış, bir cilve peşindeyken,
Kaç zaman oldu bilmiyorum.
Gece Açan Çiçekler
Yanılmadın,
Elbette kör bir ebe sabaha ulaştırdı seni
Kıştı
Ve küçük bir yara duvardan kanıyordu,
Yanı başında karanlıkta bir şey duruyordu
Senin avuçların için; parmakların uzansın diye.
Simsiyah bir takım elbise çiçeklenirdi sahipsiz,
Sen susuzluğunu fısıldarken etrafına
Dışarıda yağmur yağıyordu;
Dört köşeli korkuların sürekli genişliyordu
Böylece tanıdığın bütün bahçeler siliniyordu hafızandan.
Bilirsin,
Beşiklerin mucidi
sabahlara kadar uyumadı,
Ve ninnilerle hiç tanışmadı.
Çocukluğun kadar kenar mahalle biriktirdin,
Akşamları bir başına
şehrin en yalnız yerinde günlüğünü yazardın
Küçük harflerden kocaman acılar yaratırdın.
Sonra soluğunu salardın gecenin ayazına,
Radyodan duyardın gözünün gördüğünden daha fazla kara parçasının olduğunu;
İnsanların işinde gücünde
her sabah ömür eskittiğini;
Dalgaların sesini, gemilerin düdüğünü...
Bir ağaca salıncak da kurulur darağacı da
Ben sana ağacın filizini getirdim
Sen yeşili düşün ve kaderini sula!
Alıştırma
Oldu bittiye saatler kala
Camdan bir sinek,
ardından bir kış
Işık hızıyla
Yıllardır oturduğun evin
Duvarlarını hatırlattı sana.
Tanrısal bir öpücük
Cenazelere alıştırır seni,
Bunu yazıp uyudun her gece.
Kulaç atarak içine
Kendini anabilirsin,
Daha, daha da güzelsin böyle.
Bir ev döşe içinde
Kambur bir hizmetli
Gözlerindeki çiçekli yatağın başucunda
Geceyi tazelerken,
Sen kalbini yokluyordun,
Şımarttığın elleri geri çeviriyordun.
Ardından
ayak ayak üstüne atmak geçiyordu içinden,
Tam da saçlarını kazımışken
Ve vazgeçişe yürürken,
Bir lojman boşluğunda