Sputnik-4131
İyi dileklerimle.
Hâlâ deniyoruz. Nefes almaya devam ettiğimiz sürece, kurguladığımız oyunlarda rollerimizin değerini fark etmeksizin, oynamaya devam ediyoruz. Bazılarımız güzel oyun kurucularıyız doğrusu.
Öğrendiğimiz, çocukluktan oluşturduğumuz, kelime-anlam ilişkileri içinde gidip gelmekten, çoğu zaman kaçırıyoruz oyunların akışını. İlkel dürtülerimizle kaldığımız zaman ortaya çıkan benliklerimiz ve birbirimizle kaldığımız zaman ortaya çıkan özlerimizle anlamlandırmaya çalıştığımız ilişkilenmelerimiz; çoğu zaman bizi tanımlamaya yetmiyor gibi görünüyor. Ki zaten her şeyi anlamlandırmaya çalışma çabamız oldukça yersiz gelmiştir bana.
Cümlelerin akışına bakmayı bırakıp, salt yazmaya başladığımdan beri -yani sanırım son iki cümle bu şekilde oldu sadece-, bazı şeyler daha da bulanık görünmeye başladı. Görünürlüğü berraklık, duruluk ve anlaşılabilirlik olarak adlandıran bizler, yine kelime-anlam ilişkilerimiz içinde boğulmuşuz gibi görünüyor.
Evet, hâlâ deniyoruz.
Mutfağa girmek gibi bazı şeyler. Çoğu zaman sebebini bilmeden sürüklendiğimiz mutfaktaki masa başı sohbetleri gibi.
Hâlâ deniyoruz.
Roller yeniden dağıtılıyor. Replikler akışla birlikte şekilleniyor. Ve ben sahneleri tekrarlayabilmeyi keşfettiğimden beri, rollerime çalışmayı bıraktım.
Bu yeni oyunda, cümleler noktalama işaretlerine olan sadakatlerini yeniden sorgulamaya başlıyor. Düzeni karışıklığa tercih eden insan iradesi, düzenin de bizim hayal ürünlerimizin sonucu oluştuğunu unutmadan katılıyor bu oyuna. Bildiğimiz oyunlardan farklı ilerliyoruz.
Kavramlara yeni anlamlar dikiyoruz. Yırtıkları yamamak yerine var olan yamaları daha da yırtıyoruz ki karışıklık iyice çıksın ortaya. Dökülüyor tüm nesneler, olgunlaşan ve yaz sıcağında dalında unutulan vişneler gibi. Boşlukları doldurmayı bıraktığımızdan beri daha da güzel görünüyor bazı şeyler gözümüze. Artık boşluklara dikkat ediyoruz, anlamlı veya anlamsız. Bazen de öylece geçip gidiyoruz ve hâlâ deniyoruz.
Geriye dönmek istiyorum. Yazdıklarımı okumak ve akışı baltalayıp, adımlarımı sayıp, kelimelerimi mükemmelleştirmek istiyorum. Ve böylece belki birkaç anlamlı dokunuş daha yapabilirim. Ama deniyorum, geriye dönemeden yazmayı, neyi anlattığımı da unutup belki saçma bir sıçrayışla başka bir oyuna dalmayı deniyorum. Ama hâlâ deniyorum. Ve fark ediyorum ki aslında tüm yaptığım sadece bu.
Bir oyun kurucu olmanın ilk şartını hatırlıyorum. Akış değil mühim olan, oyuncular veya roller değil. Mekân ve zaman unsurları bağlamdan uzak birer etkendir sadece.
Salt bir düşünce beliriyor. “Oyunu başlatmak.” O ilk sebebi sağlamak. İşte nitelikli bir oyun kurucu tüm enerjisini burada ortaya çıkarır ve oyunu başlatır. Bu değişmez bir kuraldır. Henüz ilk yasalar yazılmadan, rakamlar var olmadan, atomlar bir araya gelmeden önce belirlenen ilk kuraldı bu. "Başlatmak." Enerjinin oluşabilmesini başlatmak, olayların gerçekleşebilmesi için nedenleri ortaya çıkarmak. Fikirlerin oluşabilmesi fikrini ortaya koymak… Ve sonra özgürlük için yanıp tutuşan canlılar için bu kavramları var edebilmek. İradenin doğuşuna ebelik etmek ve tüm zamanları kundaklayıp kozmosun içene bırakmak…
Şimdi iyi bir oyun kurucu gibi devam etmem gerekiyor artık yola. Bir şeylerin belirlenmesi fikrini eteğimin ucuna yamayan varoluş olgusunu, sol elimin işaret ve başparmağını kullanıp yırtıp atasım geliyor ama biliyorum ki bazı şeyler yırtılıp koparılsa bile var olmaya devam eder. İşte böyle durumlarda gömesim geliyor tüm başlangıçları bir süper-novanın çekirdeğine. Doğurasım geliyor bir bulutsuyu en baştan. Belki bu sefer denemek zorunda kalmazdı kimse hâlâ bir şeyleri. Denemeden varılan bir yol bulurlardı belki, akışların olmadığı, bir şeylerin ilerleyip gerilemediği bir doğuş olurdu. Ama fark ediyorum ki tüm kelime-anlam ilişkilerimiz hep bir akış içinde oluşmuş. Var olmak bile başlı başına bir başlangıç noktası akışı bizim için kendi sonunu ta en başında doğuran. İşte böyle anlarda çıkmaza düşen ve hâlâ denemek için uğraşan bir oyun kurucu artık vedalaşmalıdır tüm başlangıçlarla ve gömmelidir kendini bir yıldızın içine. Sorgulamak ve anlam aramak gibi kavramlara büründüğü anda ölmelidir kişi. Anlam aramaya düştüğü anda bitirmelidir kendini oyun kurucu.
Ve denemeyi bırakıp kendime yakışır bir son yazıyorum bu sefer.
Karanlıkta yalnız bırakılmış bir oyuklu piyanonun içine gömüyorum kendimi.
İyi dileklerimle.
