Papazsız kilise
Anılarım yazdan kalan bir avuç tanesiyle akıp gidiyor avucumdan.
Kulaklarımda terk edilmiş sesin
ve duvarları yumruklayan sert rüzgârın uluması var sadece.
İçimdeki boşluk ruhumdan akan kanla doluyor
ısıtmıyor, daha fazla soğuyorum süzülen her bir damlada.
Aminsiz bir dua,
papazsız bir kilise,
şarapsız bir ayyaş gibiyim
tanımadığım yakın bir yabancı
ve ruhsuz bir bedenle.
Yanılsama
Vatansız bir vatanseverim
vatanım bastığın topraktır çünkü.
Boş gözlerle izlediğim denizin sakin dalgaları,
bir annenin bebeğine şefkatli bir incelikle dokunduğu gibi
yüzüme dokunan kibar rüzgâr,
başımın üstünde duran mavi gök kubbe…
Cenneti andıran bütün bu manzara
cehennem gözlerime.
Alev alsın deniz
etimi kemiklerimden ayırsın dalgalar,
bebeğine nefretle dokunan anne gibi
usturayla kessin yanaklarımı kibar rüzgâr,
kararıp çöksün artık
maviliğinden eser kalmayan mavi gök kubbe…
Cenneti istemeyen biri düşlemez cenneti ama
seninle cehennem cennettir bedenime.
Eski eskimeyenler
Suskun şehrin sesleri
damarlarımda kan yerine akan gözyaşlarına karışırken
sarı sokak lambalarıyla aydınlanan
çıkmaz sokaklara götürdü beni ayaklarım.
Gemilerin terk ettiği,
kurtlanmış anıların ölü tebessümlerini hâlâ yitirmediği bir limanda
çürüyen tahtalarla bir sandal yaptım kendime.
Eski eskimeyenlerin ağırlığıyla gömüldüm karanlık denize;
yuvasız yaşayıp, mezarsız öldüm.