Mavi Neşter
Yeni bir şehir yok artık
Bir kez ezilince dönüp bakılamayan suçluluk
Ağzı balad, çenesi badem şekerinden acı, taranmamış saçı peruk
Cenine karşı gerçeklik oyunu bu, büyük kopuşa biçilen tek neden
Seviştikçe artan sabahladıkça sakinleşen, sessizlik
Usulca eklemlerinden ayrılan kuklanın çatırtısı genizde
Kalan, zamanın Kerbela’dan emanet tökezi
-Çünkü ben asrın toynaklarını bir bir sökerken ihbar olunan
Neyi görse maviye uğratanım şimdi
Bak benekli bir zebra devşirdik göğün en üst katından
Mavi. Bu yaşamak için katlandığım zorba frengi
Ot bitti. Yitik toy bir sokak yarıldı yer çökerken
Sürekli artan, on yüz bin kez çarpa böle çoğalan düzen
Onlar öldükçe korkma, diriliyorum bileklerinden
Düşleri benimkiyle kardeş elinden seçiyorum azabımı
-Çünkü ben yarattıklarını kurban eden bir maktul
Kanı özleyen soğukakıllı, caninin teki beni soruyor, adı
Mavi. Gömüyorum çarşambaları, arafta ülkelerde tez bitmiş yol
Yolu çok bilmiş ukelaya son sözü veriyorum, aramızda kalacak
Uyku ılık bir ana rahmi, tek seçebildiğim kendi gölgem
Soluğumu tutarak beklediğim kıyı, sürüye katılan kuşları birazdan yakacak
İçtikçe daha az yenik meydanlarda, sevdikçe yeniyetme savaşçı
Ah yılanları uzun saçlarından tanıyan ve tanıdıkça aşık mahluk
Kovan, söven, en çok beni seven bir cani, arıyor mu yine beni
Ölü doğmuş çocukların vaftizinden dönen ellerimi anlatın ona
Bir de az evvel hüküm almadığıma ikna giyotinde boynumu
Pazar yeri sakinlerine aldırmadan devirin elma kasalarını, balık tezgahını
Mavi boyansın. Sızsın küçük kıvrımlı kokular, kafeslerde özlenmesin kuytu
Ey sol elimin ayası, çizgilerin arası sonum, dilimin ucundaki neşter
Kendi köprümü kurarken nehre düşmemi bekleme
Kalk artık bu gece yarısı ve şehir henüz bitmişken şu ezber söze bir son ver
Oltasında Boğulan Deniz
Dört çiviyi karşılarken zaman nasıl böyle yakın
tepenin yanı çöl iklimi, her sahra sonu acıyla akın
sızın evlerden bacalardan taşar
nasıl yaşadın nasıl nefes alınır
kaç yüzler yıl, kaç suskun ülke
Daha ne çok yüzlercesi yaşanır
bitkinsin, kal uzan yanıma
dışarıda ölüm, sırtlanlar topluyor bir bir kemikleri
bak yeni güne, kanat çırpmayıp
soruyor başı dönen son ebabil dirençle seni
Günle uğurlanan değil, güneşle gelen is
-önümüzde iz kaybetti gene develer-
buralarda kar bir kızıl aydınlık, kan yağar ayaza
bense yedinci iklime kurarım zamanı
bu özgürlüğü sana yontarım dilimden kurulan eski sesi
asarım ince değneğin ucuna o kızıl gömleği
güvercinin ayağı topal yok tek satır
-önümüzde iz kaybetti gene develer-
Gelmediğin kıtalarda yolculuğum hep
ölüm yoktu, dirim topal, yoktu yaş gözümde
sedef, mercan ve safran dolu vadilerim benim
nereye gitsem kış doğar
artık yalnız hera sancılar beni, kanar rahmi
bir yanım taşkın deniz, diğeri mezar
nerede iz sürdüğüm eski defterim, çizdiğim bozduğum
sonra resimler, isli tarihim, kül, yara izi, çentik
tek beraber hatıra tek ortak yan
gözlerimiz ağıt,maviye bakarak yanlış susuşum
Sonra kopan teller arpımın, sesler sokakları boyayan
sol anahtarı ile başlayan ölü doğmuş notalar
hani devranberler, nergizler,ardıçlar
nerede ezginin yabanıl ormanı
Çarmıhına gerildi şimdi zaman
Ey Ademden bu yana oltasında boğulduğumuz cennet
kılıçtan geçtiğimiz, liğme liğme
katli arşın, dik başın, çıkan sesin
insanlık suçu, faili meçhul, işkence
aklanan idam, yalancı bahar, sahte yemin
neresidir toprağı tüm zalimlerin
kararsız gözlerinde yama, yanağında alaz
üretilmiş bir savaştan bi çocuğa kurban kalan
sakat atın sancısını ya-sakla
yarasını tek damlayla yutkunan
şaşma hala buz kessmemişsek
yaşamaktan belirti varsa hala kalk ayağa
Senle kaplı değil mi bu yitik bu ahir yüzyıl da
Şehirden Kaçış
Tren vagonları tutuştuğunda el eleydi ince halat demir
Aşkı hoyratlığa, yarını keyfe emanet biçtiren zaman
Koptu sevme nedenim, kesik camlar kırık ayaz
Ayağımda bir cinayet izi, yüzümde kan lekesi bırakan
Hey! Kelebek taklidi yapan güveleri kat kat yünle susturun
Hangi yıldız göğü karartırsa acı şekerlemeler verin ona
Diş izlerini taşıyan kurşun kalemdeyken son sınıf kavgam
Kavurgan bir yaz önümde bıraktığım, bozgun izi
“bugün gelmezler aramayın hiç”
Çınladı evin son sahibi elinde süpürge
“ bugün de dönmezler beklemeyin hiç”
Bağırdı şehrin son sahibi otuz dört çil yüzünde
“ yarın hiç gelmeyecek, hiç”
Beni görmedi katli her geçen gün yasalaştıran ses
Ses bir ki ses, gelecek sakin bir susuş şşşşş
Az miktarda kandı olay yeri, kandı saçlarının rengine
Bacaklarının arasında süzülen son canlı izi
Susmak bugün, fil taklidi yapan bir adam
Susmak emir veren gardiyan F 1, numara 3 ondan sorulan
Şşşşşt duvarlar ses geçirmese de göz geçirir şşşşt
Toplanıp taşındılar buradan, kalan tek deri pardösü
Tanımadığım onca zampara, alkol koması geceleri uzatan
Tek bir dizesini dinlemediğim şiirlerden emanet bu kapı
Taşınanların izi, sahibin esrardan kırık damarlı burnu
Bu kapı aramak, beklemek, terk etmek çağırır yarınsızlığı
Rayların ilk kırığından bak şimdi gülümseme, bu dönüş
Çığlığın hilesi, hallicesi ıslığın kör alkış
Çaldığın pencerenin döşekteki lekesi uyandırmaz mı artık
Süt dökmüş sessiz derinin balıklara fesat seyri ya da
Tavana diktiğin huzursuz gözler benim
Karanlık gölgesinde titreşen bacak eklemleri benim
Tüm delilleri yok eden kırağı kokan gecelik
Çamurlu elbisem, üşüyen korku sabaha karşı
Açılan kırmızı şemsiyenin kırık demiri benim
Tren düdüğü eriyor
Boşa çıkma hiç, yol benim…