Konacak Bir Dalı Olmayan Kanatsız Bir Kuş
Annemi çok severdim. O da beni çok severdi. Hep evlenip çocuk sahibi olmamı isterdi. Sonunda muradına erdi. Alçak bir hurma dalında tünerken yabani bir köpek tarafından yutuluverdi. Bu olay gözlerimin önünde oldu. O köpeği de bir dakika geçmemişti ki bir avcı oku vuruverdi. Annem midesinde kıvranıyordu. Ölmediği belliydi. Köpeğin karnını gagalamaya başladım. Kanlı bir delik açıp irinli asitli mide sıvısına bulanmış gökkuşağı rengindeki kanatlarına gagamla asılıp onu dışarı çektim.
Sonra birden yağmur yağmaya başladı. Yerden fışkıran su ile gökten inen yağmur stratosferle troposfer arasında bir hal alıp yönünü aşağı çeviriyordu. Az ötede Nuh gemisine son çivileri çakıyordu. Oğluna işaret etti. Oğlu dağlara vuracağını, onu ölümün orada yakalayamayacağını söyledi. Birden aralarına gökte birleşmiş azgın bir dalga giriverdi. Gemi sürüklenmeye başladı. Yuvadaki yavrularımı ve irinli mide balçığına bulandığından kanat çırpamayan annemi o dalgada ben de kaybettim.
Sonra uçmaya başladım. Yükseldikçe kürenin mavi bir deniz topuna benzediğini gördüm. Yarım saat içinde kara parçası, dağlar, tepeler, insan yapımı piramitler, yüksek ağaçlar görünmez olmuştu. Zaman geçtikçe diğer kuşların da teker teker teslim olacaklarını biliyordum. Ben bir numaraydım. Diğer kuşlar arasında kanatları en güçlü olan, havada en fazla kalabilen, tek nefeste en uzağa uçabilen bendim. Sağıma soluma baktım. Bir iki sakanın yorgunluktan kendilerini suya bıraktıklarını gördüm. Süzülen kırlangıçlar sıcak hava akımını kullanarak yükseğe çıkmaya çalışıyorlardı. Ben hüdhüd soyundandım. Çubuk kuyruklu limosa kuşu bile soyumu geride bırakan bir isme sahip değildi.
Bir hafta kanat çırptım. Bir hafta daha çırpabilirdim. Soyumun getirdiği gücü ve yaratılışımın mucizelerini kullanarak tufan bitene ve konacak bir dal parçası ya da toprak tümseği görene dek kanat çırpabilirdim. Ama şunu düşündüm. Yaşamanın bir anlamı var mıydı? Bebelerimi yuvada boğan ve annemi irinli mide balçığından çıkamadan suya gömen bu tufandan sağ çıkmak bana ne kazandıracaktı? Kurtulsam bile ne değişecekti? Toprağa ayak bastığımda büyük bir yalnızlık beni bekleyecekti. Bir hafta daha kanat çırpabilirdim. Ama bunu yapmadım. Ben konacak bir dalı olmayan kanatsız bir kuştum. Konacak bir dalım olsa ne değişecekti? Kanatlarımı almıştı bu tufan. Annem ve yavrularım suda boğulmuştu.
Kendimi bıraktım. Kanat çırpmıyordum. Düşmeye başlamıştım. Yarım saat içinde suya gömülecektim. İnce ve renkli tüylerim düşüşümü yavaşlatıyordu. Yavaşladım ve yavaşladım. Birden durdum. Evet. Tam anlamıyla durdum. Hayır. Suyla temas etmemiştim. Sadece durmuştum. Yine sağıma soluma baktım. Aşağı çevirdim gagamı. Suya daha beş kilometrelik bir mesafe vardı. Kanat çırpmıyordum. Ama düşmüyordum da. Boşlukta asılı kalmıştım. Öylece havada duruyordum. Aklıma şu ayet geldi: Onları havada tutan Allah’tır. Yani havada olmamızın sebebi kanat çırpmamız değildi. Bu, Allah sayesinde oluyordu. Yani kanat çırpmadan da havada kalabilirdik bu ayete göre. Bir hafta orada asılı kaldım. Suyla temas etmedim. Sonunda Allah’ın azabı son buldu. Suya emretti: Gök, suyunu tut; yer, suyunu çek, dedi Allah. Kara parçaları, çöller, dağlar, ağaçlar görünmeye başlar başlamaz kilitli kanatlarımdaki miskinlik çözüldü ve tüylerimin havalandırdığı bir meltem rüzgârının peşine takılarak on dakika içinde yere indim. Annemi ve bebelerimi aradım. Yoktular. Yedi gün yedi gece ağladım. Allah’a niçin beni yaşattığını sordum her gece. Cevap vermedi. Yaşamaya devam ettim. Acı içinde geçen günler geceleri kovaladı.
Az ileride Nuh’un gemisini görüyordum. Nuh, elindeki bastonuyla koyunları gütmeye, atları tımar etmeye, develeri sulamaya başlamıştı. Kafes içindeki kuşları tek tek çıkarıyor, onları salıveriyordu. Sonunda Nuh şöyle dedi:
“Hüdhüd kuşunun eşini gemiye almamış mıydık? O nerede?” Kafeslerden altın olanı içinde, tüneğinde siper almış bekleyen bir kuş gördüm. Korkudan ve yalnızlıktan titreyen bu kuş, eşleriyle gemiye alınan diğer hayvanlara bakarak her gece ağlıyordu. Diğer hayvanlar neşeyle miyavlarken, coşkuyla kişnerken, sevinçle öterken o kendi yalnızlık kafesinde kimseyle konuşamadan öylece tünüyordu dalında. Onun eşini gemiye almadıklarını sonradan haber alan Nuh ve tayfası, tufan dindikten sonra bir yerde hata yapıldığını görmüşlerdi. Şimdi kara kara ne yapacaklarını düşünüyorlardı. Ona bir eş gerekiyordu. Ama yoktu. Ne yapılması gerekirdi. O sırada ben çıkageldim işte. Annemi ve bebelerimi kaybettiğim için günlerce ağlayan benimle, yalnızlıktan çile çeken ve konuşacak kimsesi olmadığından dalgaların sesini dinleyip onlara has bir alfabeyle yeni bir dil geliştiren bu kuş, bir anda arkadaş oluvermişti. O zaman niçin havada asılı kaldığımı anladım. Kaderin beni nereye çekeceğini bilmiyordum. Sonunu bilmiyordum. Sonunda bir hayır olacağını bilmiyordum. Artık konacak bir dalı olmayan kanatsız bir kuş değilim. Artık konacak bir dalım da var. Sevdiğim için atan kalbim gibi çarpan kanatlarım da var.