Kentler, Flaneurler, Psikocoğrafya Falan...
Malumunuz sıvılar bulunduğu kabın şeklini alırlar. Kıssadan hisse diyerek anlatacağımız konuya balıklama atlayalım; insanlar da yaşadıkları mekânlara benzer. Ondan etkilenir, onu etkiler, kendi varlığını mekân ve zamanla birlikte inşa eder. Bknz; Ahmet Hamdi Tanpınar; “Zaman ve mekân insanla mevcuttur!” demiştir.
Bu girizgâhtan sonra birlikte azıcık şehirde yürüyelim mi? Yüksek güvenlikli siteler, rezidanslar ve onların kendilerine ait yolları, kafeleri, alışveriş merkezleriyle kurulan “yaşam alanları”, şehrin “aşağı mahalleler”ine karşı yeniden inşa edilen bir nevi “yukarı mahalleler”den ibaret olan yeni kentler ve sonucunda yaşadığı dünyaya, doğaya yabancılaşmış bireyler... Toplu konut denilen beton ormanlara hapsolmuş, “modern” yaşamın özneleri... Şehrin son yüzyılda çizilen yeni siluetiyle keşfetmeye, insanoğlunun en tatlı aktivitesi olan “yürüme”ye imkân vermeyen, araçların hakimiyetindeki caddeler... Başka bir şey gören var mı? Varsa parmak kaldırsın.
Yavaşlığa, tesadüfe, gelişigüzel kaybolmalara şans tanımayan bu düzenin çocukları olarak ev bildiğimiz yer aslında ne? Yollarında kaybolamadığımız, yalnızca izin verilen ölçülerde keşfedebildiğimiz sokaklarda ne kadar özgürüz? Yanlış yapılaşmanın, deprem vs. gibi afet korkularının hiç eksilmediği bizim coğrafyamız için bu sorular çok mu lüks acaba demeden önce, bu konuları 50’lerde kendine dert edinmiş Marksist teorisyen Guy Debord’a kulak vermek en iyisi; “Psikocoğrafya, bilinçli ya da bilinçsiz şekilde düzenlenmiş coğrafi koşulların, bireylerin duygu ve davranışları üzerindeki özel etkilerini inceleyen bir çalışmadır.” İfadeden de anlaşılacağı üzere mekânlar bizi rezil de ediyor vezir de... Mutlu da üzgün de...
Londra’nın en büyük sanat merkezlerinden biri olan Tate Modern’de geçen yıllarda bu konuyla ilgili bir sergi yapılmış, “Farklı mekânlar hislerimizi ve davranışlarımızı nasıl etkiler?” diye bir de soru ortaya atılmıştı. Bu sorudan hareketle yaşadığı kentin hakkını vermeyen/veremeyen, bildik ezber yollardan ilerleyip aynı yollardan eve geri dönen, yürüme aczi içindeki insanların halet-i ruhiyelerini tahmin etmek o kadar da zor olmasa gerek. Köyünü çevreleyen çitlerin dışına çıkmamış/çıkamamış büyük babaannelerimiz gibi, yeni şehirli insan da kendisine çizilen görünmez sınırlara hapsolarak yaşıyor hayatı, çoğu zaman farkında olmadan. Sonuçlar ortada.
Psikocoğrafya kavramıyla birlikte anılan meşhur bir de özne var; flaneur. Kendisi yaşadığı alanı keşfetmek için yollara düşmüş bir gezgin, yol aşığı, gözlemci diye çevrilebilir. Oruç Aruoba’nın bir şiirindeki manifestoyu benimsemiş serüvenci gibi de düşünülebilir belki, ki onun için yol tam da budur; ‘yer, iki yol arası’dır, aslolan yoldur. Peki 2020’li yıllarda canım flaneur’ler soylarını sürdürebilecekler mi? İnsan merkezli kentlerden çoktan vazgeçilen modern hayatta, flaneur sadece nostaljik bir kelime olarak mı anılacak? Hafta sonunu çoluk çocuğuyla AVM’lerde geçirmeye çoktandır alışmış, başka mekân tanımayan bilmeyen, yeni şehirli insan modellerinin işgali altındaki topraklarda flaneurlar’a ne kadar yer var? Hangi fani şimdi kendini bir rüzgâra bırakıp şehirde sürüklenebilir? Bunun için gereken yavaşlama artık bir lüks müdür her şeyin ötesinde? Çizilmiş haritaların dışına çıkmak da cesaret... Ama yürümek gibi bir yetisi olan insan bunu yok sayamayacak elbet. Her derde devasını bu yolla bulmuş, yürüme sayesinde doymuş, sevdiğine kavuşmuş, hakkını almış vs. O dursa ayakları durmayacak. Tabii biz bunları yazarken teknoloji denilen ve dur durak bilmeyen canavar da ilerliyor kendi yolunda, bknz; Metaverse çıktı şimdi de başımıza. O nasıl bir çorap örecek flaneurlar’ın başına henüz belli değil. Zamanla birlikte göreceğiz.
Yoruldunuz mu? Şu yandaki AVM’ye uğrayıp kahve zincirlerinden birinde soluklanalım mı? Artık var olmayan ilkokulunuz yerine yapılan otoparka da aracımızı bırakırız öncesinde. Ama hızlı olmalısınız. Zira öğle molası dediğiniz yarım saatcik. Mesai bitince de 15. kattaki rezidansınıza, yan komşunuzu bilmediğiniz “yuva”nıza gidersiniz. Betondan betona yolculuğumuz böyle sürer gider.