İyilik Üzerine
“Herkes iyi, herkes kötü” der Nietzsche bir yerlerde.
Yedi milyar dünyalının hepsi iyidir kendine göre. Milyarder adam, gündüz vakti yüz yoksulu doyurduğu için başını yastığa huzurla koyar o gece, yoksulu yoksul eden düzeni düşünmek istemez. Kendisini milyarder eden sistemi de. Hele asgari ücret ödemekten imtina ettiği fabrikasındaki işçileri... Konu dışıdır onlar. Kendisi “iyi” bir adamdır, gerisi teferruattır.
Velhasıl belki de insanoğlu var oldu olalı, ne menem şey olduğu tartışılan “iyilik”, pek masum olmadığı gibi, fena halde de sınıfsaldır. Yoksullukla mücadele eden bir garibanın iyilik etme şansı ne olabilir? Bir kedinin başını okşamaksa “iyilik” amenna, ama yanından geçip gittiği bir “aç”a elini uzatamadığı için hissettiği utanç, aslında kimin utancı olmalıdır?
Yoksulları doyuranın tatlı uykusuna, kendince hayatta iz bırakmış olmanın huzuru karışırken, doyurulan yoksulda oluşan minnettarlık onu köleleştirmez mi azıcık? Zengin hiyerarşik olarak bir üst mertebe edinmemiş midir verdiği yemekle? İyilik geldiği her yere kendi hiyerarşisiyle mi gelir o zaman?
“Yardım edilmiş yoksullar görmek isteyenler” az mıdır bu hayatta? Peki “ortadan kaldırılmış yoksulluğu” arzulayanlar? Hangisi daha iyidir? Edilen yardım, yoksulluğu ortadan kaldırmak yerine günü kurtaracaksa sadece, “iyilik” midir gerçekten?
“Namusunu temizlemek” için sevdiğini katledenin, “iyi” bir şey yaptığı hissine kapılmasını engelleyemeyen şey, o içine doğup büyüdüğü sosyal ortam değil midir? E o zaman “iyilik” bir kentten ötekine, bir köyden diğer köye, bir kıtadan başka kıtaya giderken farklı şeylerin adı olmayacak mıdır?
Ürkekçe toprağa konan serçeyi kedinin gazabından koruyan kadın, kime “iyilik” eder aslında? Kedicik için “kötülük” değil midir olan?
Yaşamı boyunca etliye sütlüye karışmamış, yan dairede duyduğu çığlıklara kulağını tıkamış, yanından geçip gittiği işçilerden bir “kolay gelsin”i esirgemiş, girdiği mağazadaki çalışana selam vermemiş adam, tam işte o, kimseye kötülüğü dokunmamış olan, “iyi” midir lügatımızda?
“Merhamet zulmün merhemi değildir,” diyor Livaneli de. Peki “merhamet” bir çeşit iyilik midir? Eğer öyleyse, zulüm sürdükçe bir yerlerde başka ellerle, ettiğin merhamet zulmedilmişin hesabını soramayacaksa, kime iyiliktir?
Kendini iyi zanneden insan... Evet sen... Brecht Amca’nın sorularından bu zamana kadar kaçtın belki ama burada, yine karşına çıktığında, vereceğin cevaplarla hâlâ iyi kalacak mısın? E buyur o zaman...
Anladık iyisin, Ama neye yarıyor iyiliğin. Seni kimse satın alamaz, Eve düşen yıldırım da Satın alınmaz Anladık dediğin dedik, Ama dediğin ne? Doğrusun, söylersin düşündüğünü, Ama düşündüğün ne? Yüreklisin, Kime karşı? Akıllısın, Yararı kime? Gözetmezsin kendi çıkarını, Peki gözettiğin kiminki? Dostluğuna diyecek yok ya, Dostların kimler?*
Buradan bakınca şiir de, şarkı da, öykü de, roman da, sanat da, bilim de var olduklarından beri aynı şeyi çağırmamış mıdır? O da yine ve yine “iyilik”tir. Anlamını tam bilemesek de, adabıyla yapamasak da... Bildiğimiz tek şey vardır; o da “şarkıya şiir olan”dır: Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey…
“İyi” günler o zaman…