İYİ ÖLMEK MÜMKÜN MÜ?
Anneannem… Bir cumhuriyet öğretmeni. Yaşadığı küçük ilde onlarca çocuğu okutmuş, herkes tarafından saygı gören, biraz huysuz, biraz komik, koyu bir futbol taraftarı Nedret öğretmen. Evimizde kaldığı zamanlarda okuldan dönüşümü dört gözle bekleyen, kahvaltı yapmadan okula göndermeyen, üniversitede uzaklarda okurken sık sık arayan, soran, sınavlarımı benden iyi takip eden ve dualarını üzerimden hiç eksik etmeyen anneannem.
Doğal yaşam döngüsüdür ki, insanlar doğar, büyür, yaşlanır ve vakti geldiğinde ölür. Şairin dediği gibi, “Her ölüm erken ölümdür.” Anneannemin Alzheimer olduğunu iki ipucundan anlamıştım: Çok sevdiği takımının maçlarını artık takip etmiyordu ve bir gün yemek pişirdikten sonra saatlerce ocağı açık unutmuştu. Sonra yemekleri yapmayı da unuttu ve sonrasında pek çok şeyi. Yaşı da oldukça ilerlemişti. Bir gün kendi kendine nefes alamadığı ve yoğun bakıma kaldırıldığı haberi geldi. Son birkaç gününü ağzından soluk borusuna giden bir tüp yardımıyla oksijen alarak geçirdi. O zaman tıp doktoru olan anneme, anneannemi hastaneden çıkarmasını ve evinde ölmesine izin vermesini söyledim ve annem, “Annen olunca öyle olmuyor işte!” dedi. Mart 2015’te anneannem bu dünyayı terk etti.
İyi bir ölümün ne olduğu sorgulamam işte o zaman başladı. Yaşlı biri öldüğünde hayatı boyunca pek çok şey görmüş olmasıyla avunuyor, herhangi bir hastalıktan mustaripse bunu kurtuluş olarak yorumluyorduk. Genç biri kaza veya hastalık gibi bir nedenle öldüğünde buna üzülüyor, intihar sonucu ölmüşse kahroluyorduk. Peki ölüm gerçekten bu denli kötü bir şey miydi, iyi bir ölüm var mıydı ve biz neden ölümden bu kadar korkuyor ve ölümün adını anmak dahi istemiyorduk? Ölümün her an gelebileceğini bildiğimiz halde, ölüm bize bu kadar uzak mıydı gerçekten?
Aklıma üşüşen tüm bu sorular beni ölüm sosyolojisi üzerine akademik bir araştırma yapmaya itti. Burada akademik bulguları paylaşıp kimseyi sıkmak değil niyetim ancak dikkat çekici bir mesele var: Modernite ile birlikte ölümün hayatlarımızdan uzaklaşması. Eski çağlardan bu yana ölümün insanları korkuttuğu ve antik dönemde ölümden sonra başka bir bedende, belki de başka bir evrende yaşamın devam ettiğine inanıldığı, ölü gömme ritüellerinden anlaşılıyor. Kimi mumyalanıyor, kimi değerli eşyalarıyla gömülüyor. Günümüze daha yakın geleneksel toplumlardaysa ölüm, çok daha normal ve hayatın içinde kabul ediliyor. İnsanlar ölümü evlerinde, sevdikleriyle çevrelenmişken, sakince bekliyorlar. Vasiyetler ediliyor, aflar dileniyor, belki de pişmanlıklar dile getiriliyor. Fakat modernleşme ile birlikte her şeyin aklın hizmetine girmesi ve tıbbın ilerlemesi, ölümü yaşamın bir parçası değil, yaşamın istenmeyeni ilan ediyor. Ölüm böylece savaşılacak bir düşman haline geliyor ve savaş meydanı hastaneler olunca, evde ölüm neredeyse imkânsızlaşıyor. Araştırmalar ölümcül hastaların da ölümü büyük ölçüde evlerinde beklemekten yana olduklarını gösteriyor ama ne sistem ne de hasta yakınları buna izin vermiyor.
Peki soğuk ve ilaç kokulu bir hastane odasında ölmek evimizde ölmekten daha iyi olabilir mi gerçekten? Anneannem kendi yatak odasında ölseydi daha mutlu ölür müydü? Ya tıp doktoru olan annem son ana kadar annesini yaşatma çabası içinde olmasaydı, pişman olur muydu?
İlk köpeğim yaşlılıktan son nefesini vermek üzereyken, onu birkaç gün daha yaşatmak için elimizden geleni yapmıştık. Halının üzerinde hırıltılar çıkararak nefes almaya çalışırken, aslında ne kadar büyük bir bencillik yapıyor olduğumuzu fark etmiştim. Onu uyutmak gibi bir seçeneğimiz vardı ama biz onunla belki bir gün, belki birkaç saat daha geçirebilmek için, ona ilaçlar yüklüyorduk. O zaman hayatım boyunca asla yapmam dediğim bir şeyi yapmış ve onu uyutmaya karar vermiştim. Peki o zaman acılar içinde kıvranan ve yaşama umudu olmayan birini son ana kadar yaşatmaya çalışmak ona yapılan bir iyilik mi gerçekten? Yoksa bencillik mi?
Bunlar ölümle ve ölüme yaklaşımımızla ilgili kafamdaki sorulardan yalnızca birkaçı. Sanırım bu yazıyla hem içimi dökmek hem de bu sorulara sizi de ortak etmek istedim.
Sahi, sizce iyi bir ölüm var mı?
