top of page
Yazı: Blog2 Post

İstanbul ve Su: Birbirine Bağlanan Bir Büyü

Sibel Horada’nın Versus Art Project’te yer alan "Kesinti ve Akış" adlı sergisi izleyiciyi geçmişe ve bugüne ait bir İstanbul hikâyesini keşfetmeye çağırıyor. Hikâyenin baş kahramanı ise su…


Sibel Horada’nın "Kesinti ve Akış" sergisinde bir şehrin öyküsüne tanık oluyoruz. Bu hikâye, sanatçının ele aldığı çok farklı açılardan yazdığı, değiştirdiği ve araştırdığı bir olay zinciri içinde izleyiciye sunuluyor. Sanatçı şehirde, insanların ya da insanlığın varoluş problemlerini direkt anlatmak yerine, şehrin belirli bölgelerinin zaman içinde nasıl var olduğu ve varoluşuna nasıl devam ettiğini ortaya çıkarıyor. Toplumsal çerçevede ortaya çıkan sorunları şehrin "insan karakteri gibi" anlatıldığını ve kendi içinde yapılanan, büyüyen, farklılaşan bir yapı gibi örüldüğünü görürüz. Bu karakter İstanbul. Gerçek bir metafor keşfedicisi olan Horada, şehrin hafıza noktalarını, köşelerini ve bu köşeleri anlatmak için en uygun metaforu buluyor ve eserlerine yerleştiriyor. Eserlerin aynı alanda sergilenirken birbiriyle iletişimi, çıkış noktası ve üretim şekillerine bakacak olursak belki de tüm bu hikâyeyi bir tür ‘bildungsroman’ (büyüme romanı) olarak bile ele alabiliriz.


İstanbul’un farklı noktalarını ele alarak hafıza, yapılanma, değişim ve büyüme gibi konuları işleyen Horada’nın sergisinde gerek eserlerin sergilenme akışı gerekse de anlamsal olarak ifadesi bakımından İstanbul’u bir tür büyüme romanı içindeki bir karakter gibi keşfedebiliyoruz.


Bu karakterin, yüzyıllar boyunca büyüyen ve farklılaşan İstanbul olduğunu görmek ve ona ithaf edilen metaforlarla keşfetmek izleyicinin eleştirel düşünce yetisini geliştiriyor. Neden şehirdeyiz ve şehirle bağımız nedir gibi soruları düşünürken Horada, İstanbul’a bağlanmamızın büyük bir özelliğini fark ettiriyor: Su

Horada’nın sergiye dair keşfetmek istediği fikri Taksim çevresinde ve Taksim’den geçen su yolları olmuş. Asena Günal ve Murat Çelikkan’ın yayımladığı Hatırlayan Şehir: Taksim’den Sultanahmet’e Mekân ve Hafıza adlı kitabı keşif için yeni yollar açmış. ‘‘Bu kitaptaki Taksim ve su yollarını, Taksim Maksemini keşfetmek beni bu serginin ana fikrine de yöneltti.’’ diyor Horada ve bu çerçevede yarattığı eserlerinin odak noktasına suyu koyuyor. Diğer yandan, Taksim ve çevresinde süregelen inşaatlarla yıkım ve yeniden yapılanmayla ilgili toplumsal hafızayı da sorguluyor.


Horada’nın çıkış noktası 2020 yılında bitirdiği deneysel kısa film olan "Suyun Taksim’i, Taksim’in Suyu" adlı eseri. Bu eser, sanatçının Ağustos 2019- Şubat 2020 tarihleri arasında SAHA Studio’da misafir olduğu süre boyunca mekâna gidip gelirken deneyimlediği Taksim Meydanı üzerine düşüncelerinden ortaya çıkıyor. Deneysel kısa film, bu yol üzerinde sanatçının meydana ismini veren tarihi Taksim Maksemi’nin suyu bölerek mahalleler arasında dağıtma işlevini sorgularken, maksemin de bu işlevi mecazen sürdürdüğünü hayal etmesiyle üretilmiş.


Sanatçı diğer yandan, Taksim Meydanı’nın geçmişini ve şu an geldiği noktayı anlatmaya çalışıyor ve bunu tüm sergideki eserlere yayabiliyor. Bunu yaparken de çok farklı mecralara başvuruyor, ebru sanatı, heykel, video, yerleştirme gibi eserleri bir arada ilişki içinde ortaya koyuyor. Böylece, ele aldığı karakteri her yanıyla irdeliyor ve anlatabiliyor. Bizler de izleyiciler olarak bu karakteri yeniden ve farklı şekillerde sürekli keşfediyoruz. Bitmeyen bir yolculuğa çıkmışçasına…


Su ise Horada’nın en temel metaforu. Horada’ya göre, su, İstanbul ve Taksim’e dair her alanda varlığını hissettiriyor. Bir yandan Taksim’i yeniden sevebilir miyim ve bu kadar inşaat şiddeti içinde onun içinde romantik bir şey bulabilir miyim diye düşünürken, diğer yandan suyun akışkanlığı, dinginliği ve iyileştirici enerjisi ona yardımcı oluyor. Taksim’in ortasında duran Cumhuriyet Anıtı’nın bir meydan çeşmesi olarak tasarlandığını öğrendiğinde ise anıtı inceliyor ve iki tarafında da yalaklar olduğunun farkına varıyor. Bu anıtın suyu hiç bağlanmamış ve 19. yüzyıl sonlarına kadar şehrin sonu olan Taksim’in, Cumhuriyet’in ilanından sonra ulus inşa sürecinin en önemli odaklarından biri haline gelme sürecini incelerken, anıt tasarımında bulunan su öğesinin neden iptal edildiğinin de cevabını bulmaya çalışıyor. Böylece, su imgesi ve metaforu daha da güçleniyor ve meydanın tarihi, dönüşüm ve süreçlerle ilgili ilişkiler kuruyor.


Sergide, sadece, Taksim’i değil, tüm İstanbul’a dair suyun fikirsel bağlamda kullanıldığını görüyoruz. Örneğin, Horada’nın Burgazada kıyı şeridinde bulduğu straforlarla yaptığı heykeller ve bu heykelleri mekâna özgü yerleştirme şeklinde sunması, suyun ta kendisini anlatan bir İstanbul fikri de tesadüf değil. Horada Burgazada’da oturuyor ve kirliliğe neden olan malzemeleri bir tür sanatsal geri dönüşüm için kullanıyor.


Sergide yine su üzerinden ama daha geleneksel bir alanın ele alındığını görüyoruz: Ebru sanatı. Ebru sanatını eski gazeteler üzerinde uygulayan Horada, suyun iyileştirici etkisine dikkat çekiyor burada. Su bizi iyileştiriyorsa ve şehrin her alanında su ve suyla ilgili bir hikâye bulabiliyorsak, İstanbul’a ve tarihine ama en çok da geleceğine dair söylenecek daha çok söz var. Sibel Horada tüm bunları, odağına şehirdeki değişimleri alarak yeni söylemler geliştirerek bir büyüme romanı gibi sunuyor.



42 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page