İmamın Düşüşü
Özgürlüğün sembolü Habeşli Bilal'in Mekkeli müşriklerin zulmünden kurtulup Medine’de insanları Tanrı'nın son elçisi Muhammed Aleyhisselam'ın itikadına çağırmasından yıllar sonra, Anadolu'da İslam dininin bu menakıpnameleri ile büyüyen kişilerin kendi çocuklarına da bu hikâyelerde geçen kahramanların isimlerini koymaları, görülmedik şey değildir. Şimdi hikâyesini anlatacağım Bilal, işte o çocuklardan sadece bir tanesidir. Mutaassıp olan ailesi tarafından kulağına imamın bu ismi okuduğu çocuk, artık ailesinin mutaassıplığından mıdır yoksa isminin psikolojik baskısından mıdır bilinmez ama bireyin özgürlüğüne ve okumaya çok düşkündür. Hatta öyle ki küçük yaşta gittiği yaz Kur’an kurslarında, tüm arkadaşlarından önce, elif alfabesini bitirip Kur’an'ı hatmetmiştir. Okulda okuma ve yazmayı kısa zamanda öğrendikten sonra, babasının da izniyle kitaplara daha yakın olabilmek, merak ettiği her şey hakkında her kitabı okuyabilmek maksadı ile, okulun civarındaki bir sahafın yanına boş zamanlarında çalışmaya girmiştir. Kitapların tozunu alırken bir kısmını da yuttuğundan olsa gerek, üstüne bir de evde aldığı terbiye harmanlanınca, etrafta kısa sürede parmakla gösterilen bir çocuk haline gelmiştir.
Kitaplara olan düşkünlüğü o kerteye varmıştır ki, daha gencecik yaşında Eflatun'un Devlet'ini, Thomas More'un Ütopya'sını, Farabi'nin Erdemli Toplum'unu, Francis Bacon'un Ütopya'sını, Emile Zola'nın Germinal'ini ve daha nice boyunu aşan kitapları yalayıp yutmuştur. Fakat kendini ne denli geliştirirse geliştirsin ne kitap okursa okusun, etrafında bunlar üzerine konuşacak arkadaş bulamamıştır. Dolayısı ile, ileride büyüdüğünde insanlara okumanın ve üzerine düşünmenin önemini salık vermeyi kendine düstur edinmiştir o günlerde. Çünkü ne ailesi ne yanında çalıştığı sahaf ne mahallelerinin imamı ne okul öğretmeni ne de arkadaşları; ne zaman bu konulardan laf açılsa, kestirip atmışlardır.
Orta öğrenimini başarıyla tamamlayan Bilal, Kpss sınavında iyi bir puan çekmiş lakin dünyada işlerin öyle puan çekmekle yürümediğini -yani aslına bakarsanız dönem okumayı iyi bildiğinden, aldığı onca eğitimin biraz da dönem okuma yeteneğinden olsa gerek-, puanı hiç riske atmadan atanmasının ancak imamlıktan geçeceğini düşünüp, tercihlerini de ona göre yapmıştır. Böylelikle atanmasında amca, hala, dayı gibi akraba faktörlerine bakılmaksızın, aynı yıl aynen atanması gerçekleşmiştir.
İmam olarak atandığı kasabada ilgiyle karşılanmış fakat sonraki günler bu ilgi sadece bir ayağı çukurda ihtiyarlardan oluşan bir avuç cemaatle sınırlanmıştır. Bu duruma biraz içerlese de umudu elden bırakmamış, kasabalıyı camiye alıştırmak için önce akşamları kahvehaneye gidip işret ve iskambil ehlini tüm oyunlarda madara edip gönlünü kazanmış, sonra ne kadar kültür sanat etkinliği düzenleyen kahve dükkânı, akademi ve üniversite talebesi varsa aralarına katılmış, edindiği bilgileri paylaşarak kısa sürede onların da ilgisini kazanmış ve muhakkak her sohbetin ardına “Vaktiniz oldukça camiye de bekleriz” davetini eklemiştir. Gel zaman git zaman hanımlara da camide bölme yaptıran imam oldukça sevilmiş ve sonunda camiyi doldurmayı başarmıştır. Hatta camiyi doldurmakla kalmamış, Cuma namazlarında trafiğin kapanmasına bile sebep olmuştur. Öyle ki, navigasyon kullananların, cuma günlerinde kasabanın bulunduğu bölge rengini kıpkırmızı gördükleri bile söylenmemiş şey değildir.
Camiyi doldurmayı başardıktan sonra Bilal, hutbelerde ve vaaz vakitlerinde din bakanlığının yayınını kısa ve öz bir şekilde hızlıca geçtikten sonra, feylesofların hayatlarından, ütopik toplumlardan dem vurmuş ve muhakkak her hutbenin sonunda bir kitap referans etmiştir cemaate. Referans ettiği kitaplar üzerine günleri geldiğinde bazen soru cevap bazen ateşli tartışmalar bazen söyleşi tarzında tamamlamıştır yine hutbesini. Çok geçmeden kasabanın üniversite talebeleri, mahalleli gençler, hayatın ıskartaya çıkardığı kahvehane müdavimleri ve kasabanın kadınları; kısa sürede kat ettikleri yolu, dayanışma örneklerini ve bu saadet ortamını, çevre kasabalara da zaman içinde aktarmaya başladıklarından, Bilal'in şöhreti kısa sürede yayılmıştır. Hatta öyle yayılmıştır ki çevre illerin imamları tarafından bu başarı büyük mevkilere bile iletilmiştir. Bu durum da bazı devlet erkanlarının canını sıkmaya yetmiştir.
Bir cuma günü hutbesinde, Pierre Menard'ın Don Kişot'un kendisini anakronizma tekniği ile akıllara durgunluk verecek şekilde yeniden yazmasının üzerinden 84 yıl sonra, bu anakronizma tekniği ve bu tekniğin ekseninde kitapların en güzeli olan ve tüm insanlığa yol gösterici olan kitabın, yani Kur’an’ı Kerim'in, yeniden okunmasını ve anlaşılmasını cemaate salık verip hutbesini bitirmiş ve namaza müteakip Pierre Menard'ın anısına lokma bile döktürmüştür. Fakat bazı kötü niyetli kişiler tarafından hutbe sırasında akıllı telefon kamerası ile filme alınınca, bizim imamın işleri sıkıntıya girmiştir. Medya tarafından ve medyayı besleyen güçler tarafından, hakkındaki kirli yani çamur siyaset ile -bir nevi bitirme operasyonu- mütemadiyen piyar başlatılmış ve bir süre sonra din bakanlığı tarafından görevinden azledilmiştir. Her zaman her kesimde tanık olunan şekilde işler hiç sırasını sektirmeden hikâyemizde de oluşmuş, medya ve din bakanlığının toplum dışı ettiği imamın cemaati de aynen tavrını o biçim değiştirmiştir. Kimileri; zaten belliydi böyle kitap okuyan imam mı olur, kimileri; mason mudur, fason mudur valla çok tehlikeliymiş, verilmiş sadakamız varmış, derken, kimileri; Amerikanya’nın oyunu bunlar, hep sölüyorlar haberlerde, demiş ve kimileri de; zaten bikerisinde tikkat ettiydim, abdest almadan geçti namaza ama kimseye diyemedim, günahı boynuna, diyerek, İmam Bilal'in fişini bir anda kesivermişlerdir.
Girdiği buhran sonucu emin olduğu yoldan ve düsturundan ödün vermemeye ant içen Bilal, bir akşam ezanı vakti caminin minaresine çıkmış, kapıyı kapadıktan sonra bir güzel önüne tahta tuğla ne varsa açılmaması için siper etmiştir. Çıktığı şerefe avlusunda bülbülleri kıskandıracak şekilde, eskiden dinlerken hayal ettiği o menakıpnamelerdeki gibi, öyle içten bir ezan okumuştur ki, belki de o akşam güneş, onun sesinin tesirinden kızarmıştır. Kasabalı kısa süre içerisinde aşağıda büyük kalabalık oluştururken, yine sesin tesirinde birbirini ezenler bile olmuştur.
Ezanı kıraatinden sonra Bilal, gökyüzünü kısa fakat etkili bir şekilde seyrettikten sonra derin bir nefes almış, Tarkovsky sinemasını andıran bir edayla: “Bir damla bir damla daha iki damla etmez, daha büyük bir damla eder,” deyip, kendini boşluğa bırakmıştır.