top of page
Yazı: Blog2 Post

Güzele Göz Ağrısı Bile Yakışır mı Jack?

Senin evin neresi?


Eşyaya esaret etmeyen, mülkiyete tavırlı o son neslin çocukları olarak, bu sorunun cevabı maneviyatımızla müsemmadır bizim. Bağımsızlığımız içsel, toprağa sadakatimiz tamdır.

Varmaktan ziyade, yolda olma cesareti mukaddes ve kendine özgü bir haldir.


Zaman henüz gençken, “Yolda olmak”; kurulan tüm tatlı hülyalara gebeydi. Ummak ve arzulamaktı, maceranın tamamlanmamış haliydi. Zira her türlü “tamam”lık içimizdeki bu yolculuğu yarım bırakırdı. Daha fazla sükût-ü hayale ihtiyacımız yoktu. “Yarım” bizi yaralar mıydı? Asla.


Yaşadığımız toprakların fiziksel, siyasi ve beşeri gücü bizi yeterince sağlamlaştırmıştı. Benliğimizi, gençliğimizi, özgürlüğümüzü dahi koruyamadığımız o en yakınlarımızdan kalbimize saplanacak en zehirli okları gencecik ellerimizle çekip çıkaracak kadar gözümüz pekti. Hatta çıkardığımız oklar mühimmatımızı zengin kılar, bizi yeni kılıçlarımızla savaşa hazırlardı.


Ursula K. Le Guin'in “20 yaş dolaylarında öyle bir an vardır ki...” sözünün kalanını en süssüz ve yalın haliyle bizzat kendimiz yazma gayretindeydik. Yola çıkmadan önce o yolu bilenlerden feyz almak, incelikli bir hayat kuralıydı. Zira her yol önceden denenmiş, her kelam önceden söylenmiş ve tüm tecrübeler yazılarla sabitlenmiş bir mühürdü.


Beat kuşağının deli dolu, kabına sığmayan ve bizi eşsiz bir heyecan fırtınasıyla hayata yüreklendiren Jack Kerouac'ın (Kanada-Amerikalı roman ve şair) tek rulo ve mektup halinde yazdığı “Yolda" kitabı tam da o yaşların iklimine uygun bir yol haritasıydı, sanki. Geleneksel bir üslup telaşında olmayan ve klasik edebî anlatımdan farklı yaşamın barındırdığı saf heyecanı bize kendi dilinde anlatıyordu.


Bir kuşak temsilcisi, bir akımın simgesi ve hatta esinlendiği Cassady'den dahi güçlü ruhu yirmili yaşların ilhamıydı.


Fakat, o ilham bizim için tecahul-ü arif örneği olmaktan öteye geçemedi. Bizi, bu coğrafyanın çocuklarını sonuçsuz ve belki de gerekli bir ikilemin içine attı. Yaşadığımız topraklar, ülke öncelikleri, bağımlı aile yapıları, ülkemdeki gençlerin siyasi arayışları, kutsal mücadeleleri ve öncelikleri bu ilhama uygun değildi. Sarmaşık sarmış bahçeli evlerimizin üzerine bırakılmış bir meteor gibi bizi hem sarstı, hem de yapabileceklerimize uyandırdı. Aslında ülkemizde yirmi yaş dolaylarındaki konu ve endişeler ne ise otuz yaş dolaylarında da değişmiyordu.


İnsanlar değişmiyordu.


Düşünceler değişmiyordu.


Tekamül eden tek şey eşyaydı.


Oysa yolda; fikirler, duygular, zihinler gibi değişmesi kaçınılmaz olan her şey, yalpalamaĺı, tökezlemeli, gelinen ayrımlarda farklı kararlarla yol değişmeli, dönüşmeli, dönüştüğünü benimsetebilmeliydi.


Yaşama aşk, ısrar ve iştahla tutunma mücadelesi bizi o rulodan uzağa düşürmüş, kitabın ruhu bizi hiçe saymıştı belki evet ama zihnimizin ücra bir köşesinde mutlu bir ihtimal gibi yerini korudu. Çocukken dinlediği masalı unutmayan yetişkin gibi.


Masal mıydı bizim için? Rüya?


Çocukluk, şaşırmaya meyilliydi.


Gençlik, umuda teşneydi.


Fütursuzdu.


Aklın ve eleştirel düşüncenin sakinliğine değil de cesaretle kendinden bir insan yaratma deneyimiydi, bu yaşadığımız yer bunu mümkün kılmıyordu ve bu coğrafya, gençlerine kendinden başka bir meşgale fırsatı vermiyordu.


Biz vaktinden erken uyandırılırken; fidanlığımıza su veren o eli unutmadık. Jack’in ve belki Sallinger’in hikâyesindeki baş kahramanın hayalini, uçurumun kıyısından düşmesin diye o çocukları kurtarmaya adanan hayatı, adanabilecek her şeyi bir mücevher gibi, tüm olasılıkları zihnimizde sakladık. (Çavdar Tarlasında Çocuklar)


Vadedilen o görkemli özgürlükten ve umutlardan uzağa düştüğümüzde, içimizde ve zihnimizde bir matruşkaya dönüşen bu seçeneğin var olma ihtimali bile bizi güzelleştirdi.

Kaderin coğrafyan mıydı? Eğer öyleyse, kaderin keder olup boğazında bir yumru gibi, hiç çaresi olmayanlar kervanınla sadece nefes alıp vererek de sadece devamlılığı sağlanabilirdi.

Oysa; yol uzun.


Bu yolda arabayı sen kullanıyorsan yoldaki güzellikleri kaçırma ihtimaliyle yola devam edersin, cam kenarı yolcusu olursan yolun yazarı sen olursun.


Ve bu sarsıcı yolculuktaki en çarpıcı hikâyeyi yazma ihtimalin yüksektir. O izlerden kalan tüm kelimeler bir heybede kristale dönüşebilir, söyleyecek bir sözün, anlatacak bir rüyan olur. Sen yazarsın, onlar okur.


Bilinir ve önde olmanın saygınlık sayıldığı, zülfikârlarla, güncel ve nesnel mücadelelerle vasıf kazanmış kişiler kendi ülkelerinde ve kendi bayraklarında her zaman sahnede olurlar, bir süre. Süre, sayılabilen bir kavram olup, tahayyülü kısıtlı ve dardır, kalben de aklen de. Ömründe bir kere bile yıldızları saymamış olduğuna, yolda olmayışına, hedef uğruna yolun ruhunu nasıl ıskaladığına, yaşama geç kaldığında da kendine gücenirsin.


Ve kendine gücenmek yolcuyu yolda bırakır.


Bahtımıza düşen ve bizi biz yapan topraklarda yolda olmaya da yola çıkmaya da ihtimaller vefa etmedi Jack. Bizi bağışla. Düzenimize gücenmeden, ıslah ettiğimiz özgürlüklerimizi, alıkonulan umutlarımızı ya da hayale dönüşen o albenili heveslerimizi çaresizce değil, güzel ve umutlu ama hüzünlü ve ertelenmiş haliyle, bir rulo halinde hafsalamızda saklıyoruz.


Uzak diyarlarda, talihli toplumlarda nasıl var olmak istediğine kendi karar verebilmiş, bunu da unutulmaz bir hatıraya çevirebilmiş nesillere hasetlenmedi kalbimiz.


Çok şükür.