Feryat Figan Ağıt Hizmetleri A.Ş.
Babamı kaybettim iki saat önce. Annemle bir başımıza kaldık artık. Gece vakti hücum eden anlık bir kalp krizi, hızlı ve oldukça acılı bir şekilde aldı babamı elimizden. Dağ gibi adam, sağ elinin parmaklarını kalbini çıkarıp sökmek ister gibi göğsüne sapladı, inledi, ezilip büzüldü ama karşı koyamadı Azrail’in işkolikliğine.
Yakışıklı adamdı babam. Yaşına göre oldukça da karizmatikti. Sıkışan kalbinin acısı, çarpık bir yüz ifadesi bırakmıştı yüzünde. Sedyeye yatırıldığında gördük. Onu, yüzündeki bu son ifadeyle hatırlamak istemedik. Acı haberi aldığımızda annem “Son bir kez görebilir miyiz?” dedi doktora. “Uzun sürmez. Yüzüne bakıp çıkacağız sadece.”
Şaşırdı doktor bu tuhaf isteğe ama eşini kaybetmiş bir kadına karşı gelmek de istemedi. “Tabii,” dedi.
Tek bir yatak, birkaç tane tek kişilik koltuk ve yatağın başında kapalı halde duran tıbbi cihazlardan ibaret olan odaya girdik. Yatakta, üzerine boydan boya beyaz örtü serilmiş, hareketsizce yatan birisi vardı. Yaklaştım, örtüyü hafifçe kaldırıp omuzlarına kadar indirdim. Örtünün altından çarpık kalmış ağzıyla ve soluk teniyle babam çıktı.
“Yanlış adamın odasına girmişiz,” dedi annem.
“Yok anne. Babam bu.”
“Mümkün değil, yok.”
Uzandım, bir elimle çenesini tutup birleştirdim, öbür elimle eğri yüzünün sağ yanını toparladım. Annem, başını yavaşça yana yatırıp kaşlarını çattı, inceleyen gözlerle baktı.
“Tamam, tamam. Babanmış.”
“Başımız sağ olsun,” dedim.
“Amin,” dedi annem. “Haber verdin mi birilerine?”
“Yok, telaştan aramak aklıma gelmedi kimseyi.”
“Haber edelim insanlara, ayıp olur. ‘Adam ölmüş de haber bile vermemişler,’ demesinler. Cenazeyi falan da ayarlayalım. Şu, geçen ay teyzenin cenazesinde gelen şirketi ara, göndersinler yine birkaç kişi.”
Telefonumu çıkardım cebimden. Rehberden şirketi buldum. Arama tuşuna basıp odadan çıktım. Kısa bir çalma sesinin ardından bir kadın açtı telefonu.
“Feryat Figan. Buyurun. Nasıl yardımcı olabilirim?”
“Merhaba Feryat Hanım. Bizim bir cenaze işimiz vardı.”
“Başınız sağ olsun. Kaç kişi göndermemizi istersiniz?”
“Geçen ay da sizden hizmet almıştık. Teyzem için. Kemal ben. Majör depresyonlu aileden.”
Kadın birkaç saniye durakladı. Önündeki kağıtların hışırtısı duyuldu telefonda.
“Hatırladım sizi Kemal Bey. Üç kişi göndermiştik geçen ay size. Memnun kaldınız mı hizmetimizden?”
“Çok memnun kaldım. Her şey tam ayarındaydı. İçli içli ağladılar saatlerce. Rolüne kaptırıp üstünü başını yırtan bir hanımefendi vardı. Ona en yüksek puanı verdik uygulamanızdan.”
“Selamet Hanım bir tanedir. Memnun kalmanıza sevindik. Yine aynı üç kişiyi göndermemizi ister misiniz?”
“Feryat Hanım bu kez daha büyük ölçekli düşünüyoruz. Babamı kaybettik. Yedi kişi daha ideal olur. Selamet Hanım mutlaka gelsin eğer uygunsa.”
“Selamet Hanım’ın programı çok yoğun ancak sizin için bir şeyler ayarlarız. Tabii fiyat farkı da olacaktır bunda doğal olarak.”
“Yapın bir şeyler, yabancı sayılmayız artık.” Telefonun ahizesine yaklaşıp sesimi kısarak devam ettim. “Hem annemin de bir ayağı çukurda sayılır.”
“Çok güzel. O halde şöyle yapalım. Beş kişi fiyatına ben size yedi kişi göndereyim. Selamet Hanım’a ulaşıp bir ayarlama yapalım. Yol ücreti de almayalım.”
“Çok makbule geçer, çok teşekkür ederim.”
“Kemal Bey, bu arada artık dua hizmeti de vermeye başladık. Şu an test aşamasında olduğu için herhangi bir ücret almıyoruz... Dilerseniz ölmüşlerinize rahmet, kalanlarınıza sabır ve selamet dileyebiliriz. İster misiniz?”
“Tabii ki.”
“Onaylıyorsanız cep telefonunuza bir kod göndereceğim.”
“Onaylıyorum.”
Telefondan bir bildirim sesi yükseldi. Gelen kodu ilettim.
“Çok güzel. İşlemlerinizi başlatıyorum. Bugün gelsinler mi?”
“Gelsinler. Duayı nasıl alacağız?”
“Yanınızda birisi var mı?”
“Hayır, yok. Annem odada bekliyor.”
“O halde odaya geçip beni hoparlöre alın.”
Odaya geçtim. Annem lafa girecekken bir el hareketiyle durdurdum onu. Soran gözlerle bana baktı. Telefonu hoparlöre alıp yatağın üzerine bıraktım.
“Dinliyoruz Feryat Hanım.”
Telefondan bir adam sesi yükselmeye başladı. Adam, Arapça dualar okuduktan sonra Türkçe konuşarak devam etti. Gelmişimize, geçmişimize, ölülerimize ve dirilerimize armağan edilen bu duadan sonra kısa bir sessizlik oldu. Annemle birbirimize baktık.
“Amin, Feryat Hanım,” dedim.
“Amin, Kemal Bey. Öğleden sonra arkadaşlar taziye için gelecekler. Sistemde kayıtlı adrese mi yönlendireyim?”
“Evet, taziye aynı yerde olacak.”
“Tamamdır. Sağlıklı günler diliyorum. Annenize çok selamlar.”
Telefon kapandı.
“Ne iyi kadın şu Feryat Hanım,” dedi annem. “Allah ondan razı olsun. Ağlayamıyoruz diye elaleme rezil olmayacağız sayesinde.”
“İşini yapıyor anne herkes,” dedim.
“Selamet de gelecek mi?”
“Gelecek. Ayarlayacaklarmış.”
“Ne güzel, ne güzel…”
“Ben gidip diğer işlere bakayım. Sen burada mısın?”
“Buradayım oğlum. Doktoru bekleyeyim.”
Çıktım odadan. Asansörün başına gelince telefonu yatağın üzerinde unuttuğumu fark ettim. Gerisin geri odaya döndüm. Kapıyı açtığımda odanın bomboş olduğunu gördüm. Yatak örtüsü dümdüzdü, kimse yatmıyordu üzerinde, oda karanlıktı, annem de yoktu ortalıkta. “Anne!” diye seslendim anlamsızca bomboş odaya.
“Her yerde seni aradık. Nereye kayboldun?” dedi bir kadın arkamdan. Sesi, anneminkine benzemiyordu. Arkamı döndüm. Beyaz üniformasıyla bir hemşire, sitemkâr gözleriyle bana bakıyordu.
“Annemi arıyordum. Babamı kaybettik bu sabah. Cenaze…”
“Biliyorum, biliyorum, hepsini biliyorum. Haydi, gel benimle sen.”
“Annem?”
“O da gelecek. Haydi, gel bakalım.”
Hemşire koluma girdi. Beni sürüklemeye başladı. Her dediğimi onaylıyor ancak hiçbir şey yapmıyordu. Hiçbir şey anlamıyordum. Bir koridordan geçtik, az ileride gün ışığının sızdığı demir bir kapı vardı. Kapıdan geçip genişçe bir bahçeye çıktık. Az ötede Feryat Figan’ı gördüm. Sağ elini kulağına dayamış, serçe parmağına doğru talimatlar yağdırıyordu. Hemşirenin kolundan kurtulup yanına koştum.
“Feryat Hanım, babam için ekip gönderecektiniz.”
Eliyle susmamı işaret etti.
“Tabii, tabii. Anlıyorum. Evet. Anlıyorum. Hemen ilgileniyorum,” diyordu serçe parmağına. Sonra elini indirip gözlerini bana dikti.
“Merhaba Kemal Bey. Selamet Hanım orada, bakın.”
Feryat Figan’ın işaret ettiği yöne baktım. Selamet Hanım, kendini parçalarcasına ağlıyordu. Başını hırçınca sağa sola sallarken beni fark etti. Gözlerini bana kenetledi. “Katil!” dedi beni işaret ederek. Elleri titriyordu. “Katil! Baba katili!” Çığlık atmaya başladı. Başına beyaz üniformalı doktorlar ve hemşireler toplandı bir anda. Koluna girip içeriye doğru götürdüler Selamet Hanım’ı. Feryat’ın yüzü büzüldü.
“Evet, maalesef. Gördüğünüz üzere Selamet Hanım bugün müsait olamayacak Kemal Bey.”
Düşünceli bir halde önüne bakıp devam etti.
“Bir araştırayım. Gözlerinin önünde eşini öldürerek delirttiğiniz başka bir aile büyüğünüz kaldıysa eğer onu yönlendirelim size. Ne dersiniz?”