top of page
Yazı: Blog2 Post
  • Gureybe

Fatmalı

Biber sıcağını bilir misiniz? Öyle sıcak olur ki, adından da anlaşılacağı üzere, ipe dizilen taze acı biberler bile iki günde kupkuru olur. Zıkkım gibi acı bu biberlerin kururken etrafa yaydıkları koku bile yakar insanın genzini. Bu sıcakta değil ipe dizilip güneşe bırakılmak, gölgede bile durmak istemezsin. Kışın koca tencereye iki baş biber atarsın o bile cayır cayır yakar insanı…

Sene 1956, yaşım on iki, biber sıcağı zamanı, okullar kapalı, şehirdeki evimize elli kilometre uzakta dağ köyündeki evimizdeyiz. Rahmetli babam ağaydı. Varlıklı ama çok çalışkan, çalıştıkça toprak alıp, eken, ektikçe kazanan, köye ilk traktörü getiren ileri görüşlü bir ağaydı. Annemi el üstünde tutar, elini sıcak sudan soğuk suya sokturmazdı. Bir erkek çocuğu olacak, bu kadar toprağın başında o duracak diye de annemin her hamileliğinde erkek beklemişti.

Annem beşinci çocuğa hamileydi o yaz. Ben ve üç kız kardeşim daha, annem, nenem ufak bir avlusu olan, iki odalı taş evde bütün yazı geçirecektik. Babam iki haftada bir gelir, ihtiyaçlarımız varsa şehirden getirir, para, öte beri bırakır tekrar köye dönerdi. Biz dağ evinde, babam köy evinde, esas evimiz şehirdeydi.

Varlıklı bir ailenin nazlı bir kızı olarak büyümem gerekirken, aksine ben ne kadar erkek işi, amele işi varsa üstlenirdim. “Anamdan erkek doğaydım” sözü tam benlikti. Üç kız kardeşim genelde avludaki küçük taş havuzda serinleyip oyun oynarlar, birbirleri ile kavga ederler, nenemin diktiği bez bebeklerle evcilik oynarlardı. Önlerine yemek koyarsan yerler, koymazsan sormazlardı. Ben farklıydım. Bu farkımı anladıkları ve hatta işlerine yaradığı için de kimse bir şey demezdi.


“Bulgur bitti, Aliye atla minibüse al da gel!”

“Aliye, Kemmün (kimyon) bitti, al da gel!”

“Aliye, kardeşinin terliği koptu, giderken bunu tamir ettir!”

“Aliye, iki metre bez al, bebek doğacak zıbını yok!”

Ben on iki yaşında, ağa kızı, azıcık deli dolu, babamın istediği erkek çocuğunu aratmamak için uğraşan bir kız çocuğuydum. Şikayetçi değildim, çok da sevilirdim, ama arada bazı şeylere de içten içe özenirdim. Mesela Fatmalı’nın nazına, saçına…

Olay günü, eksikler belirlendi, erken vakit şehre indim, çarşıya gidip alacaklarımı toparladım, hava nasıl sıcak, yazın sıcağı başka nemi başka olur buralarda… Eve dönerken bir de karpuz aldım. İçimden “Annemler sıkıldılar kaç gündür aynı avluda, az aşağıya, dereye doğru indiririm, karpuzu derede soğutur yeriz, piknik yaparız,” dedim. Yüklendim bütün ihtiyaçları, minibüsten eve kadar da onca eşya ile yokuş çıktım. Avluya girdim, komşu ve benimle yaşıt kızı Fatmalı bizde…

Fatmalı’nın saçları benimkinin tersine, yaldır yaldır parlardı. Annesi tek kızının saçlarını özenle örüp, ucuna lastiği kurdele şeklinde bağlardı. Beyaz, ucu oyalı ama hep tertemiz bir yazma bağlardı başına, utandıkça daha da sıkardı yazmasının düğümünü. Babası ağa değildi, annesi hamile değildi, kardeşi yoktu, benimle aynı yaştaydı. Benimle yan yana koysanız Fatmalı’yı, o örnek kız çocuğuydu, ben ise “anasından erkek doğaydı” idim.

Ben şehirden yeni gelmişim, Fatmalı anasının dizinin dibinde, bana da "ne acayip kız" der gibi bakıyor yine… Elimdekileri kenara bırakıp, annemin yanına gittim, hiç unutmam, çok kısık sesle, vallahi duyulmayacak şekilde fısıldadım:

“Dereye doğru inelim, karpuz aldım, suya koyar soğuk soğuk yeriz, olur mu?” dedim.


Fatmalı: “Ana biz de gidek,” demez mi?

“E haydi! Kızlar pikniğe gidiyoz,” dedi, nenem.

Annem karnı burnunda, nenem yaşlı, kardeşlerim bez bebeklerini bile idare edemiyor, iş başa düşmüştü. Kilim, minder, çökelek, tandır ekmeği, çay, semaver, şeker, kap, kacak hepsini topladım, birer ikişer nenemin ve Fatmalı’nın annesinin eline tutuşturdum. Herkes avludan çıktı, ben de tam çıkacaktım ki, günün başrolündeki karpuz geldi aklıma. Fatmalı’ya seslendim:


“Fatmalı elim dolu al şu karpuzu.”

“Almam.”

“Kız ne demek almam? Alsana.”


Omuz silkti, “Almıyooom,” dedi, yazmasını sıktı. Nazlı Fatmalı. Narin Fatmalı. Ağa kızı olmayan Fatmalı.


“Alıyor musun? Almıyor musun?"


Yazmasını sıktı yine tek omuz silkti. “Almıyom,” dedi.

Elimdekileri bir anda bıraktım yere, o sıktığı yazmasından tuttum, canım burnumda, minibüsle şehre inip gelmişim, saçlarım dağınık, biber sıcağını yemişim, nazlı Fatmalı karpuzu taşımam diyor…

O ara ne oldu bilmiyorum, sinirden gözüm dönmüş, hatırladığım bir sonraki görüntü; bacaklarımla Fatmalı’nın omuzlarına basıyorum, bir elimde kurusun diye astığımız zıkkım gibi acı biber, diğer elimde Fatmalı’nın çenesi. Fatmalı’nın ağzına acı biberi sürüyorum.


“Alıyon mu? Almıyon mu?”


O arada yetişen nenem: “Dur Aliye, yapma, yeter!” diye bağırıyordu.


Sonrasını özet geçsem daha iyi olacak, iliklerime kadar hissettiğim biber sıcağı, biber tutan elimin yangısı, nazlı Fatmalı’yı biberlediğim için ayıplar gözlerle bana bakılması…


O gün pikniğe gidildi mi? Evet.


Karpuzu Fatmalı taşıdı mı? Hayır.


Daha da kötüsü, ağzı yanan nazlı, ağa kızı olmayan Fatmalı’ya karpuzu da ben kestim. Annemi üzmemek için komşu bir laf etmedi o gün, ama nazlı kızı çok ağladı diye, o yaz bir daha gelmedi bize… Zaten biz de bu olaydan mı bilmem, uzun süre gitmedik dağ evine…

O sonbaharda annem bir oğlan doğurdu çok şükür. Ne yalan söyleyeyim yüküm hiç azalmadı. Yıllar sonra anladım ki; ben, babam erkek çocuk istiyor eksikliğini hissetmesin diye didinirken, onlar da Aliye istiyor madem, yapsın gözü ile bakmışlar.

O yaşımdan bugüne kadın-erkek işi ayırmadım, önce annemin, babamın sonra eşimin hatta çocuklarımın sorumluluklarını paylaştıkça, mutlu ettikçe daha çok didindim.

Hâlâ “anasından erkek doğaymış” dedirten türden delikanlı bir kadınım. Tuttuğumu kopardım, babam kadar çalışkan oldum işimde. İki çocuğum, altı da torunum oldu.

Kuşkusuz hayatta çok şey unutulur, ama kaçınız on iki yaşındaki bir olayı bu kadar net hatırlayabilirsiniz? Fatmalı hâlâ gözümün önünde… Karpuz, beter bir sıcak, örgülü yaldır yaldır saçlar ve biber… Hani bazı ailelerde şifre gibi cümleler vardır. Aslında aldığınız cevap söylediğiniz şeyden çok alakasızdır. Mesela ben kızdığımda “Vallahi ağzına acı biber sürerim,” diyorum. Hikâyeyi bilenler, “Karpuzu ben taşırım, kızma,” diyorlar.



140 görüntüleme0 yorum