top of page
Yazı: Blog2 Post

Evlen Cem

Yine yağmur yağıyor. Günlerdir kesilmedi mübarek. Koca karanlık bulutlar hiç gitmeyecek gibi asılı duruyor gökyüzünde. Dışarının kasveti içeri sızmış, sis gibi çöken sigara dumanı ve her şeyin gölgesini büyüten şu loş ışıkla bir olup salonu ele geçirmiş. Nefes almak gelmiyor insanın içinden, hava ile birlikte bu gam, bu keder de girecek, zift gibi yapışacak sanki ciğerlere.


Ceket koltuğa gelişigüzel atılmış. Kumaş pantolonla gömlek buruş buruş. Gevşettiği kravat hâlâ boynunda. İşten mi kaytardı bu? Üstünü bile değiştirmeden çuval gibi de koltuğa yığılmış. Ve daha şimdiden başlamış demlenmeye. Bol isli bir single malt. Ağzının tadını da iyi bilir it herif. Kaçıncı kadeh bu acaba? İnşallah ilktir. Sarhoş muhabbeti hiç çekilmez şimdi.


“Oo beyim? Gömülmüşsünüz koltuğa, almışsınız İskoçyalıyı da yanınıza, keyfiniz yerinde bakıyorum.”


Hiç istifini bozmadan kadehten irice bir yudum alıyor.


“Hey! Kime diyorum?”

Yine bir sessizlik.

“Cevap versene oğlum!”

“Şerefine.”


Alaycı bir ton var sesinde. Neşeli değil, kaşları çatık bir alaycılık.


“Neyin var Cem? Bir şey mi oldu?”

“Yok be abi. Canım sıkkın biraz.”


Gözü hep yerde, halıda. Robert Cray de döktürüyor arkadan içli içli. Biraz değil bunun canı bayağı sıkkın galiba.


“Anlatacak mısın, yoksa benim tahmin etmemi mi bekliyorsun?”

“Kâhin olmaya gerek yok ki. Her zamanki mevzular işte. Nur’la tartıştık da ona bozuldu kafam.”

“Gene mi? Bir bitmediniz ya! Nedir oğlum sizin derdiniz? Ne oluyor böyle zırt pırt kavga gürültü?”

“Derdimiz belli be abi. Evlilik mevzusu işte, biliyorsun sen de. ‘Neyiz biz şimdi?’ diye sorup duruyor.”

“Ha o mesele.”

“Aynen o mesele. Ama bu sefer fena kapıştık. ‘Niyetin ciddi değilse, oyalama beni boşuna’ dedi.”

“Niyetin ne peki?”

“Ne bileyim ya! İyi kız, hoş kız. Beni çok seviyor biliyorum. E iyi de anlaşıyoruz. Kavga etmediğimiz zamanlarda yani.”

“O kadarını biz de biliyoruz. Niyetin ne diye sordum Cem. Kıvırma şimdi.”

“Bilmiyorum abi, kafam karışık.”


Karışık kafasını kaldırıp tavanı seyrediyor boş bakan gözlerle.


“Niye takarlar şu evliliğe hiç anlamam.”


Sanki aradığı cevap orada gizliymiş gibi bir süre daha bakıyor tavana. Okuyamamış olacak ki kadehe çeviriyor gözlerini. Biraz daha anlatsın, döksün içindekileri diye bekliyorum. Ama konuşmuyor. Bunun bu susmaları deli eder adamı.


“Evlen Cem.”

“Ne?”


Aniden kaldırıyor kafasını. Önce hayretle açılıyor gözleri sonra da dünyanın en saçma şeyini söylemişim gibi buruşturuyor suratını.

“Dalga geçmiyorum oğlum. Vallahi bak. Madem kız istiyor, evlen sen bununla.”

“Sen ciddi misin abi?”


Ona kalsa itiraz edecektim ben. “Evlenme” diyecektim, üstüne bir ton laf edip, kafasını karıştıracaktım. Karar vermekten kaçınıyor ya kuş beyinli, aklı sıra beni bahane edip sıyrılacaktı. Ben yekten evlen deyip ters köşe yapınca hesabı şaştı. Şimdi kimin donunu giyeceğim diye düşünüyor salak! Hiç umutlanma beleşçi! Yemezler, hayvan terli!


“Evet. Hem de çok ciddiyim. Niye şaşırdın ki bu kadar?”


Sigarasından derin bir nefes alıp tutuyor içinde bir süre. Dudaklarını araladığında duman da yavaşça kayıyor ağzından dışarıya doğru. Üflemiyor bile, bırakıyor kendi haline. Hayatı da böyle yaşıyor.


“Ne bileyim? İlk defa evlilik hakkında olumlu konuştuğunu duyuyorum.”

“Orada dur bakalım Cem Efendi. Müesseseyle ilgili bir derdim yok benim. Öyle olsa en başta ben atmazdım o imzayı. İsteyen evlensin, Allah mesut etsin. Ben, herkes evlenmek zorunda değil diyorum. Bazı insanların karakteri uygun değil evliliğe.”


Yine elindeki bardağa dönüyor bakışları. Dikip kafaya, iki yudumu bir seferde yuvarlıyor.


“Ben çok mu uygunum yani evliliğe?”

“Yok, yanlış anladın. Sen hiçbir ilişki için uygun değilsin. Ama evlilik sana çok uygun. Oradan yırtıyorsun.”


Tepki vermesini istiyorum. “Ne diyorsun?” desin, kızsın, bağırsın, sağı solu tekmelesin istiyorum. Oysa sadece ekşi suratıyla salak salak sırıtıyor.


“Susma be abi, devam et. Madem gömüyorsun, iki toprak daha at.”


Hiç değişmeyecek. Üstüme gel, damarıma bas. Kendine itiraf edemediklerini bana söylet. Çatal dilli ben olayım, mağdur sen. Peki Cem Bey, siz kaşındınız.


“Sinemada film seyreder gibi yaşıyorsun oğlum. Kurulmuşsun seyirci koltuğuna, ne çıkarsa bahtına.”

“Ne saçmalıyorsun abi sen ya! Sinema minema, ne ayak şimdi?”

“Aksiyon yok oğlum sende. Oturuyorsun koltuğa, başlıyorsun seyretmeye. Beğenmediğinin kanalını değiştirmiyorsun, öyle mal mal bekliyorsun bitmesini programın. Beğendinin de sesini açmıyorsun. Olana eyvallah diyorsun hep. Eline kumandayı aldığını bir görsem. Akışına bırakıyorsun her şeyi. Gelişine demi vole işte.”

“Uyumlu olmak suç mu yani?”

“Uyumlu olmak değil, bokunu çıkarmak suç! Ulan saksıdaki çiçek bile güneşe göre çeviriyor yapraklarını. İnsan tepki gösterir. Mutlu olur mesela, daha çok ister. Mutsuz olur, uzaklaşır. Kızar, özler, korkar, ister. Ve bunu, söyler! Git der, kal der, bir daha yap der, bir daha yapma der. Sen hep sessizsin, hep tepkisiz.”

“Evlenmekle ne alakası var bunun şimdi?”

“Evlenince, Nur senin yerine düşünecek her şeyi. Kimle görüşeceksin, kimle konuşacaksın, tatile nereye gideceksin, nerede oturacaksın. Hepsini karın halledecek. Sen de salonun en güzel koltuğuna kurulup, hangi filmi koyarlarsa onu seyredeceksin. Arada bir para yetiştiriyorum numarasıyla işe güce yapışacaksın. Daha ne olsun. Tam senlik.”


Hop! Bir fondip daha. Çok bozuldu. Olsun. Böyle devam etmekten iyidir.


“Evlen diyorsun yani!”

“Evet oğlum. Aynen öyle diyorum.”


Ölçüp biçiyor kafasında. Kesin devamı gelecek. Biliyorum. Bitmez bunun acaba’ları.


“İyi abi evlenelim. Peki ne malum Nur’un doğru kişi olduğu?”

“Şüphen mi var?”

“Var tabii. Her haltıma karışıyor. Sürekli takipte. Saat başı rapor veriyorum neredeyim kiminleyim diye. Ne kadar arkadaşım varsa hepsine bir kulp buldu. Kimseyle görüşemiyorum adam gibi.”


Sıra şikâyet etmeye gelince nasıl da canlandı. Ulan Cem! Adam olmayacaksın sen!


“Madem o kadar şikayetçisin, niye hâlâ berabersin kızla?”