ENSTRÜMANIN TELİ
Kâmil Bey gözlerini açtığında saat yediye geliyordu. Her zamanki gibi alarm çalmadan uyanmış, yeni güne başlamak üzere yataktan fırlamıştı. Elini yüzünü yıkarken mutfaktan gelen sesler kulağına çalındı. Eşi Tuğçe Hanım, her sabah olduğu gibi kahvaltı hazırlıkları yapıyordu. Sabahları uyandığında mutfaktan gelen bu sesler, Kâmil bey için huzurun sesiydi. Her sabah eşinin kendisi için kahvaltı hazırladığını bilmek, güne güzel başlamak için yeterli bir sebepti.
Kâmil bey, hazırlıklarını tamamlayınca hemen sofraya oturdu. Güler yüzüyle sıcak çayını önüne koyan eşi, içini ısıttı. Birlikte kahvaltı yaparken günün planından bahsettiler birbirlerine. Saat 08.00’de başlayan mesailerine yetişmek için acele etmeleri gerekiyordu. Önce Kâmil Bey geçti yatak odasına. Ütülü gömleğini, pantolonunu çekti üzerine. Kâmil Bey, dişlerini fırçalamaya giderken, eşi Tuğçe Hanım giyinmek üzere odaya geçti. Her ikisinin de hazırlıkları tamamlanınca evden ayrıldılar. Kâmil Bey de eşi de bir devlet hastanesinde görev yapıyorlardı. Çalıştıkları hastane aynıydı, ama birimleri farklıydı. Birlikte gittikleri hastanenin kapısında birbirlerinden ayrıldılar. Ayrılırken de “Akşama görüşürüz” diyerek göz kırpan eşine, elini sallayarak cevap verdi Tuğçe Hanım.
Kâmil Bey odasına girdi, çantasını masasına bıraktı ve önlüğünü üzerine geçirerek hasta bakmaya hazır hale geldi. Sekreteri yanına gelip, “İlk hastayı alayım mı doktor bey?” diye sordu. Kâmil Bey başını sallayarak onay verdi.
Ortopedi ve Travmatoloji Bölüm Uzmanı olan Kâmil Bey’in hastası; sağ omzunu zedelemiş ve ne olduğunu, nasıl olduğunu bilmeden çalmıştı doktorun kapısını. Kâmil Bey, “Buyurun,” dedi, “buyurun, oturun.”
Hasta, doktorun gösterdiği sandalyeye oturdu. Başladı ağrısını anlatmaya. Kâmil Bey, hastalarını dinleyen bir doktordu. Çoğu hastanın anlattıklarından hastalığın seyrini gözlemleyebiliyor, teşhis koyması kolaylaşıyordu. Bu hastanın da anlattıklarına göre teşhisi koymuş; yatış tarzının yanlış olması nedeniyle kaslarının zedelendiğini anlamış yine de gerekli tetkikleri yapmıştı. Hastanın yaşam kalitesini artırmak öncelikli hedefti. Kâmil Bey, tetkikler sonrası gereken ilaçları ve kremi yazdıktan sonra hastasını yolcu etmiş ve yoğun günün listesinden bir kişiyi daha içeri davet etmişti.
Bu sefer gelen hasta, fazlaca konuşkandı. İsmi Haydar’dı. Haydar, tiyatroya gönül vermiş, uzun yıllar sahnede rol almış ve birçok kez Kâmil Bey’i seyirciler arasında fark etmişti. Yıllardır Kâmil Bey’e muayene olur, hem sağlık problemini anlatır hem de “Sizin gibi sanatsever bulmak güç doktor bey, vaktinizi de alıyorum ama… Biliyorsunuz biz tiyatrocuların en önemli enstrümanı bedenleridir. Geçen akşam gittiğim halı saha maçından sonra yere basamaz oldum. Sanki dizim dönüyor. Haftaya oyunum var. Ne yapıp edip oyuna kadar düzelmeliyim!” diyordu. Kâmil Bey, sorunun ne olduğunu anlamış ama emin olmak için hastayı MR’a göndermişti.
Haydar Bey yanından ayrıldıktan sonra onlarca hastaya daha bakan Kâmil Bey, böylece günün yarısını tamamlamıştı. Meslektaşları öğle yemeği molası verirken, o kendine bir yorgunluk kahvesi yapmış ve MR’a gönderdiği hastalardan gelen sonuçları kontrol etmeye başlamıştı ki tiyatrocu Haydar çaldı kapısını. “Gel Haydar, gel otur şöyle; ben de şimdi sonuçlara bakıyordum,” dedi Kâmil Bey.
Haydar, hafif aksak yürüyüşüyle doktora yaklaştı ve önündeki sandalyeye oturuverdi. Kâmil Bey, “Üzgünüm ama senin enstrümanın teli kopmuş Haydar. Sanırım spor hayatına bir müddet ara vermelisin!” dedi.