Emirgan'da
Emirgan’dayım. Benim için önemli bir günün son hazırlıkları. Kalabalık duygu dünyamı bir an olsun unutmak için, sahilde yürümek iyi fikir gibi geliyor. Yolun kenarındaki tellerin üzerinden atlayıp deniz kenarına geçiyorum. Şansıma, hava soğuk olsa da biraz güneş var. Ne güzel bir mavi! Yaşama sevinci doluyor ceplerime. Hafta içi olduğu için İstanbulluların çoğu yine ekmek parası peşinde, dükkânlarından, küçük odalarından ya da kurumsal kocaman binalarından çevrimiçi dünyalarına bırakmışlar kendilerini. Onlar adına üzülüyorum, aslında onlardan birisi olduğum için kendime de üzülüp, sahildeki balıkçıları seyre dalıyorum. Tam da istavrit zamanı! Balık tutmak, umutlanmanın en kolay yolu mu ne? Kocaman denizin içine küçücük bir iğne ucunda yem sallandırıp, bir istavritin, isparinin, karagözün ya da oradan geçen herhangi birinin gelip oltaya takılacağına inanmak... İnsan olmak da bu kadar basit aslında. Tüm olanlara ya da olacaklara rağmen, tutunacak bir misine bulmak...
Hemen yol kenarında olmama rağmen, araba sesleri duyulmaz olmuş. Artık kocaman bir mavilik ve aklımdan geçenlerle baş başayım.
“Kuşlara yem almak ister misiniz?”
“Kuşlar nerede sahi?” diye, çeviriyorum kafamı.
Hemen ilerideki bankın yanında bir toplaşma dikkatimi çekiyor. Oradalar. Böylece manzara bir kez daha tamamlanmış oluyor. Yürümeye devam ederken, aklım hâlâ kuş yemi satan kadında. Balıkçılara doğru bakarken, kadının arkamdan geldiğini fark ediyorum.
“Kuşlara yem almak ister misiniz?”
Sahildeki kalabalığı bırakmış, bir bana mı sesleniyor? Kimsenin ne kuşlarla ne de kuş yemcisiyle ilgilendiği yok! Halbuki, “Bunları alman lazım. Kuşlar seni bekler,” der gibi. Arkamı dönüyorum. Buğday paketlerinden birini, eskimiş yünlü bir çantadan çıkartıp uzatıyor.
“5 TL. İstersen markete de sorabilirsin, orada da aynı fiyat.”
“Yok teyzecim,” diyorum “neden sorayım? Nasıl atıyoruz peki?”
Bilmediğimden değil, zamanında Eminönü’nde de besledim ben kuşları. Ama…
Eliyle gel işareti yapıp, “Bak, ileride su ve ekmek de koydum. O tarafa at, suyu da içerler, hem ekmeği de yesin hayvanlar.”
Söylediklerini tek tek takip ederken, buğday paketini üst kısmından dikkatlice açarak, avucuma bir miktar döküp serpmeye başlıyorum. Hemen toplanıyor güvercinler. Bu kadar basit aslında kuşların kalbini kazanmak. Kırılan tüm kuş kalplerine üzülüyorum.
Kuş yemcisiyle göz göze geliyoruz. Üstünde eski bir hırka, içinde başka bir kazak ve onun da içinde eski bir tshirt. Omuzuna taktığı çantada buğdaylardan birkaç paket daha var sanırım. Hâlâ ardımdan yürüyor. Belki de içimdeki kötü düşünceleri unutayım diyedir. Bu soğukta kuşların peşinde dolaşmasına içten içe minnet duyuyorum. İyilik yapmanın inanılmaz bir versiyonu. Herhangi bir günün herhangi bir anında bunu yapmamak için tek bir bahanem var mı diye geçiyor içimden. Buğday paketini para dolu bir çanta gibi kıymetle elimde tutarken. Belki de çok daha kıymetli paradan.
Buğdayları serptikçe, kuşlar daha da çoğalıyor. Gökyüzünde kapanan güneş benim içimde doğuyor, dünya tam olarak bu sokak lambasının altındaki güvercinlerin toplandığı yer! Bitirdiğim okullar, başardığımı düşündüğüm işler, cebimdeki paralar, giydiğim ayakkabılar, kazandığım sınavlar, oturduğum evler kocaman bir boşluğun içinde savrulup gidiyor, anlamını yitiriyor. Bu an; açık ara, hayatta en çok işe yaradığımı düşündüğüm an!
Bu bilinmeyen bir sözdür ya da büyük ihtimal ben uydurmuşumdur: “Kuşları beslediğin zamanlarda hayat hep yoluna girer.”
Öyle de oluyor.
Tüm kuşlara selamla…