DUYMA/K
Dolmuşa bindim. Soğukla karışık araba ve insan kokusu. Şoför gergin. Araba tam dolmamış, inen yolcu parayı eksik vermiş olabilir. Ya da önündeki aracın yavaş gidişinden, polis kontrolünden, bastığı onca kornaya rağmen yol kenarında bekleşenlerin dolmuşa yönelmeyişinden bunalmıştır... Elini radyoya uzattı ve “Batsın Bu Dünya” temalı bir şarkıda teselli aramaya başladı. Dolmuşta okula giden bir öğretmen, farklı yaştan öğrenciler, iş aramaya çıkmış bir genç. Hepsi de bütün ümitlerinden vazgeçip şoförün duygularına tercüman olan ve dolmuştan dışarıya taşan şarkıya mahkûm.
Haber geldi: Anneannem hayat çilesini doldurmuş ve bütün hastalıklarından, yokluklardan ve vefasızlıklardan kurtularak huzura ulaşmış. Son göreve yetişmek üzere otobüse atladım. Muavin ilk iş olarak kulaklıkları dağıttı. Yolcular hevesle önlerindeki televizyonu izlemeye başladılar. Bir mafya dizisindeki bağırış, çağırış, silah patlamaları ve fonda gerginliği artıran müzik, kulaklıklardan fışkırıyor ve otobüsü kuşatıyor. Arkadan mekanik bir ilahi sesi yükseldi. İlahi gittikçe uzuyor, hiç susmuyor. Bütün otobüs günahlarıyla bekliyor. Sonunda, “Alo, alooo, haa, otobüsteyim otobüste, bindim, bindim!” diye bağıran amcanın sesiyle ilahi sona eriyor. Bir çocuk çaresizce ağlamaya başlıyor. Yanımdaki genç kız telefonu ağzına yapıştırmış biraz önce zorla ayrıldığı sevgilisine nazın işvenin bin türlüsünü eyliyor. Hem ben hem ön sıradakiler hem arka hem de yan sıradakiler delikanlının kızı kıskandığını, kızın da bundan memnun olduğunu anlıyoruz. Delikanlıdan kızın annesinin haberi var ama babanın yok. Fakat biz, hepimiz biliyoruz. Telefon görüşmesi “Yaaa aşkıııım”larla devam ediyor, hiç bitmiyor.
Mola yerine geldik. Ne güzel temiz hava, yürüyebilmek... Ekşi kokulu otobüsten sevinçle iniyorum. Saat gecenin on ikisi. Yeni popçulardan birinin davetkâr sözleri, ahları ve oflarıyla bir gece kulübüne dönüşmüş mola yerine adım atıyorum. Fakat bu kulübün müşterileri farklı. Ellerinde çuvallar, bidonlar, iç içe geçirilmiş poşetleriyle, kavruk sakallı yüzleri, kirli ayakkabıları ve yıpranmış giysileriyle otobüslerini, yollarını bulmaya çalışıyorlar. Öylece bekleşenler, genç popçunun gökleri tutan inlemelerinden şaşkın, mahcup bir halde yere bakıyorlar. “Kararlıyım Bu Akşam Senin Olmaya Geldim” diyen davudî sesin eşliğinde molamız bitiyor ve otobüslere biniyoruz. İçimde anneannemin ninnileri, hu huları; gözümün önünde etrafa sükûnet ve dinginlik dağıtan pembe yüzü... Bu yüz, geceyi yırtan bu seslerle artık paramparça.
Hayatta ölüm doğum iç içe. Hüzün ve neşe de. Dostlar var, çocukları var. Çocuklar büyüyor, yuva kuruyor bize de bu mutlu güne şahit olmak düşüyor. Hem de eski dostları görmek için bir fırsat. Düğüne geç kaldık. Park yeri bulamadık. Sonunda düğün salonuna ulaştık, en yüksek tonda oyun havaları salondan taşıyor. İçeri adım attım, müziğin ritmi beynimi ve kalbimi hoplatıyor. Anne babayı girişte bulduk. “Hayırlı olsun!” diyorum, duyuldu mu bilmiyorum, onlar da bir şeyler söylüyorlar. “Sağ olun, siz de evlatlarınızın bugünlerini görün,” diyor olmalılar. Gözüm ağızlarında, dudak okuma gayretinde. Bir yer bulduk oturduk. Kalbim, beynim müziğin tazyikiyle sarsılmış. Yol verenlere, hâl hatır soranlara gülümsemekten ve başımı sallamaktan başka yapabileceğim bir şey yok. Sorularına omuzlarımı yukarı kaldırıp elimle sonra konuşuruz işaretiyle cevap verebiliyorum ancak. Ortada tere batmış akrabalar, ışıltılar, yüksek topuklar. Herkes konuşuyor, herkes bağırıyor. Salondan kaçabilsem, geceye, dağ başlarına ve rüzgâra sığınabilsem.
Sabah... Evde yumurta bitmiş. Henüz çok erken. Marketler açılmış mıdır acaba? Adımımı attım. Adımımla beraber elektronik bir müzik, marketin duvarlarını titretti. Niye geldim, ne alacaktım bilemedim. Halbuki kuş sesi, horoz sesi, güneşle dolu bebek kadar sessiz, tatlı bir sabahtı.
Hadi bugün de dışarıda yiyelim, dedik ve girdik restorandan içeri. Uzunca bir masa, etrafında saçlarında sarının her tonunun görüldüğü hanımlar. Yıllarca içilen sigaranın kalınlaştırdığı sesle atılan kahkahalar, yapay dişlerin arasından saçılıyor. Kahkahalar, toplu bağırış çağırışa, hâkimane sözlere, itirazlara, inatlaşmalara, içinde hakikate daha fazla yer ayrılmış şakalara karışıyor. Nerdeydim, ne yapıyordum, ne yemiştim? Bir dere kenarında, su sesi ve kuş cıvıltısı eşliğinde yenen peynir ekmeğin özlemiyle kendimizi dışarı atıyoruz.
Bugün tatil, gün benim. Evimdeyim. Alt komşum televizyon izliyor. Bir dizi bu. Acıklı bir dram. Hıçkırarak, bağırarak ağlayan başrol, yeteneğini en üst seviyede sergiliyor. Yönetmen tam bu esnada acıklı bir müziği özenle fona ekliyor. Şimdi daha yüksek tonda reklam cıngılları. Üst komşum titiz. Sabahtan beri elektrik süpürgesi en tiz sesiyle evdeki tozlara sinirleniyor. Kuaför elinde fön makinesi, fonda en çıstamlısından müzik eşliğinde bir şeyler soruyor. Ne sorarsa sorsun başımı sallayıp gülümsüyorum.
Sen ayakkabının gıcırtısından utan, adam takmış kamyonete hoparlörü, itinayla hurda adaylarını sayıyor. Toprağa, ağaca, ormana sığınayım dedim. Arabasının teybinden bedava arabesk konseri yayımlayan piknikçiler sizi karşılıyor.
Sonunda doktora gittim. Sorun kulaklarımdaymış.