DÜNYADA ÖLÜMDEN BAŞKASI YALAN MI?
DÜNYADA ÖLÜMDEN BAŞKASI YALAN MI?
Yıl 1997, aylardan Ekim. Orta 2.sınıfa gidiyorum. Radyoda şarkı dinleme merakım daha o yıllarda gark oluyor gönlüme. Öyle bir gark oluş ki, bugün hâlâ hatırımdadır o yıllarda dinlediğim şarkılar.
Elvedalar başlamış olmalı, taa o zamanlardan ardına bakmıyor yolcular, aramıyor gittiği yerden vefasızlar; yeminli aşklar terk ederken, Senin İçin Ağladım Yalan mı, diyor yalvarışlar; bir çırpıda unutulmanın ağrısı ve sancısı içinde kıvranıp dururken tüm uykular, unutmak kolay mı, diyor tüm haykırışlar şarkılarda.
Hatırlayacak mısınız bilmem ama aynı yıl elim bir otobüs kazasında her şey yanıyor, kül oluyor, yok oluyor! Kazada yanan otobüste bir şekilde alevlerden kurtulmuş bir kâğıtta: Dünyada Ölümden Başkası Yalan yazıyor. Bu trajik olay bütün haber bültenlerinde an be an verilirken; ben tüm gün, tüm hafta ve belki de tüm ay boyunca bu şarkıyı; Dünyada Ölümden Başkası Yalan şarkısını dinliyorum. Beş, on ve yüzlerce kere dinliyorum hem de! Bugün bile hâlâ içime derin bir hüzün çöküp de dinlediğim bu şarkı, daha o zaman çocukluğumu bir anda gençliğe, gençliği de çarçabuk kavuşturuveriyor taze bir olgunluğa.
Şimdi şimdi anlıyorum beni yavaş yavaş mayalandıran, usul usul demlendiren, ince ince düşündüren zamanları. Ah o zamanlar… Dünyada ölümden başkası yalan olan zamanlar.
Peki ya şimdi? Sahi ya şimdi de her şey yalan mı? Bir büyük boşlukta her gün yok oluşa doğru, bir serüven içinde yaşamını sürdüren insan için dünyada ölümden başkası yalan mı? Her şey hem yalan hem de bir o kadar gerçek. Böyle bir ikilik ve zıtlığın içinde insan, ucu bucağı olmayan sınırsız ve sonsuz dünyaya uyandığı andan beri kendini türlü mücadeleler, sayısız elemler ve kederler, eşi benzeri olmayan ihtiraslar içinde bulmuştur. Bu dünyanın bir rüya alemi olduğunu bilmesine karşın, yine de tutkuların dipsiz kuyularına kendini atmaktan çekinmemiş, elde ettikleri ise hiçbir arzusunu dindirmeye yetmemiştir. Nihayetinde içinde bulunduğu girdapta her gün didinip çalışan, her gün onlarca kapı açılırken kapının öte yüzünde bekleyen gerçeğin ölümden başka bir şey dolmadığını da bilmektedir. Nasıl ki nefessiz yaşamak mümkün değilse, insanoğlu da bu gerçeği bile bile yaşamaya mahkumdur.
Yaşam akıp sürerken dünyanın bütün faniliği içinde insanın hatırda tutması gereken tek şey, hayatın kısa her şeyin gelip geçici olduğu bilinci. Bu bilince erişme kimisi için kısa zaman alırken kimisi de beyhude bekleyişler uğruna bir ömür yitirebiliyor.
Demem o ki her birimiz için, adını ömür koyduğumuz zaman eriyip gitmekte, kayıp gitmekte, uçup gitmekte…
Üstelik eteklerimizin ucundan, avuçlarımızın arasından.
Yıkılmadan kalan tek şey, fani arzular uğruna inşa edilmemiş mutluluklar, sevgiler, özlemler… Bu büyük ve ebedi boşluğu dolduran tek gerçek, avuçlara düşen çiğ tanesi, bir çocuğun bakışında saklı asude gülüş, dallarda evreni çınlatan serçeciğin kalp atışı.
Tüm bunları hissedebiliyor, görebiliyor, işitebiliyor olduğun sürece yaşıyorsun ve insansın…
Ve o zaman ölümsüz her güzellik.
