Aşık Kişi En Fazla Cyrano de Bergerac Gibi Olur
Güncelleme tarihi: 13 Tem 2022
Aşık kişi en fazla Cyrano gibi olur.
Mesele aşkı içinde, kendi estetiğinle yaşamakta.
“Artık bir şeyler okumaya başlamalıyım!” diyerek umutsuzca karıştırdığım kütüphanemizin alttan ikinci rafında duran on birinci sıradaki bir kitabın ilk sayfasına gizlenmiş bir kuş söylemişti bunu, ben değil. Sıra önemli, önemli çünkü o kütüphaneyi bu eve taşırken aynı sırada kalmaları için tek tek fotoğrafını çekmiştim her bir rafın. Sıra çok önemli.
İlk bakışta hemen okuyamıyorum yazdıklarını. Ben bile höylesine zorlanırken hâlâ, aynı anda bir o kadar da estetik oluşuna her seferinde şaşırdığım bu yazının sonunda bir de tarih görüyorum; 26 Temmuz.
Uzun zamandır şiir kitaplarından başka bir şey okuyamıyordum madem, bu güzel bir işaretti benim için. Hususi olarak bugün bu kitabın karşıma çıktığı kesin. Severim küçük işaretleri; bir kızma birader rotası gibi, görmek isterim zarların sonunda beni nereye götüreceğini. Hemen yazıverdim diyeceklerini kelimesi kelimesine; kulaklarımda taptaze duran o sesi konuşturdum bile zihnimde.
“Sen ki tiyatro seyretmeye bayılırsın,
pandemiydi hayatın sillesiydi derken,
çıkamıyorsun madem ki şu evden,
al bakalım oyunun alası,
sana bir tek kalıyor,
zihninde kurup oynatması…”
Böylece başladım Edmond Rostand’ın yazdığı Sabri Esat Siyavuşgil’in çevirdiği o muhteşem eseri; Cyrano De Bergerac’ı okumaya, daha önce okuduğuma emindim oysa. Ama şimdi anlıyorum ki artık bu başka türlü bir okuma. Zamanı yeni gelen, söyleyeceklerini şimdi söylemek isteyen bir karşılaşma olsa gerek diyorum. Bazı kitapların, bazı deneyimlerden sonra ve bazı yaşlarda yeniden okunması gerektiği fikrine içtenlikle katılıyorum. Bazı oyunların da yeniden seyredilmesi, bazı şehirlerin tekrar gidilip görülmesi gerek artık, notumu alıyorum.
Ve nihayet başlıyor zihnimde “tatlı bir temaşa…”
İki gün sonra kapatırken kapağını kitabın, avuçlarımı yemin edercesine bastırırken üzerine, bir dua gibi mırıldanıyorum; Aşık kişi en fazla Cyrano gibi olur, mesele aşkı içinde, kendi estetiğinle yaşamakta diye.
…..
Çok değil, birkaç gün sonra; Kumbaracı50’nin bir gönderisi düşüyor ekranıma.
“İşte güzel bir haber!
Kumbaracı50, 24 Mayıs’tan bu yana prova ve yeni oyun heyecanlıyla dopdolu.
Yiğit Sertdemir’in yönettiği Cyrano De Bergerac Temmuz’da seyirciyle buluşacak.
Hepimize iyi gelsin!” Yazıyor Kumbaracı50 ekibinin sıcacık gülümsediği o karenin altında.
Temmuz’da üstelik ha… Demek aynı kuş, aynı günlerde konmuştu onların omuzlarına da.
Ve haydi bakalım, başlıyorum günleri saymaya.
…..
Günler geçip de Küçükçiftlik Park’taki prömiyeri karmaşık duygular içerisinde ve oyun seyirlerine duyduğum müthiş bir hasretle; ekibin de yola çıktığı temennisindeki gibi, şifa niyetine seyrettikten yaklaşık bir yıl sonra, bu kez Alan Kadıköy’de seyrediyorum Cyrano De Bergerac’ı. Bu oyuna gelirken, bilhassa evvelinde eseri okumuşsanız eğer, Kumbaracı50 ailesinden; Ayşegül Uraz, İsmail Sağır, Meriç Rakalar, Murat Kapu, Sinem Öcalır, Yiğit Sertdemir, Burçak Çöllü ve Candan Seda Balaban isimlerinden oluşan sekiz kişilik oyuncu listesine baktığınızda, metinde yer alan onlarca karakterin sekiz kişi ile nasıl kotarılacağını merak ediyorsunuz en önce. Bu heyecanlı bekleyişin sonunda oyun başlar başlamaz görüyorsunuz ki; “Markiler”, “Bir Yığın Halk” ve “Gaskonya Beyleri” için, Candan Seda Balaban tarafından tasarlanmış kalabalık kuklalar, hem bizzat kendisi hem de ekibin diğer oyuncuları tarafından oynatılmak suretiyle, bu kalabalığın üstesinden dahice bir fikirle gelinmiş bile.
Meraklı bir seyirci, Roxane’ı canlandıran Ayşegül Uraz’ın bir anda Gaskonya Beyleri olarak yaratılan kuklaların içinden homurdandığını fark edebiliyor keyifle.
Oyunun en başında gördüğümüz ViKont De Valvert kuklasını, devamında Kont De Guiche’i canlandıracak olan Murat Kapu; Markileri ise aynı zamanda Christian’ı canlandıran, ekibin en genç üyelerinden Meriç Rakalar’ın oynattığını fark etmek, “Ne hoş bir fikir bu böyle!” dedirtiyor bana.
Oyunun kostüm, makyaj ve maske tasarımcısı olan Candan Seda Balaban tarafından tasarlanmış Cyrano’ya selam çakan burun maskelerinin, oyuncular tarafından zaman zaman çıkarılıp takılarak yaratılan benzer geçişlerdeki fikre de hayran kalıyorum yine. Bu detaylar, bilfiil kapanma tehdidi ile mücadele eden özel tiyatroların, yoktan var etme yeteneğinin zaruri bir gelişiminin en somut örneği iken, oyuncular ve kuklalar arasındaki değişimler ile sahne geçişleri, dekor taşımaları esnasındaki tatlı telaşın kusursuzluğu, Kumbaracı50 ekibi içerisindeki uyumun da ta kendisi aslında.
Oyunun sahne ve ışık tasarımcısı İsmail Sağır’ı, aynı zamanda oyunun yönetmeni olan Yiğit Sertdemir’in canlandırdığı Cyrano de Bergerac’ın en yakın dostu Le Bret olarak seyrederken, ikinci perdede Keşiş rolünde görmek de aynı tablonun bir başka resmi olsa gerek diyorum.
Bu noktada ödüm kopuyor bu işin içerisindeki isimleri kazara atlamaktan. Uzundur sosyal medya üzerinden, sürdürülebilir yaşam mücadelesini merakla takip ettiğim, performans sanatçısı, koreograf, nam-ı diğer “Hareket Amiri” Dicle Doğan’ın, oyunun hareket düzeninin mimarı, bu ahengin arkasındaki isim olduğunu görüyorum. Evvelinde eseri okuyarak oyunu seyreden biri olarak Dramaturji kavramı ile çok yeni tanışmakla birlikte, hayranlıkla seyrettiğim bu sahne uyarlamasında, Dramaturjide Aylin Alıveren isminin yer aldığını söylemeden geçmek istemiyorum.
1600’lü yılları anlatan 1800’lü yıllarda yazılmış bir eserin, yaklaşık üç saat süren bu uyarlamasında, oyun müziklerinin yaratıcısı Burçak Çöllü’nün, oyun boyunca sahnenin köşesinde piyanosunun başında müziklerin teknik yönetimini bizatihi buradan, oyunun içine yerleştirilmiş bir karakter gibi ustalıkla yürüttüğünü görüyoruz. Burçak Çöllü’nün bazı sahnelerde girdiği mizahi, modern müzik serpiştirmelerinin ve diğer oyuncuların bu müziklere eşlik ettiği absürt sevimli figürlerin seyirciyi her seferinde nasıl da güldürdüğünü görüyorum her iki seyrimde de.
Birçok sahnede kahkahalara boğulan seyircinin gözünden gelen yaşların, ilerleyen dakikalarda gülmekten akmayacağını söyleyebilirim, bilhassa ikinci perdede.
Cyrano… “Silahşör, şair ve aşık Cyrano!” diye tanımlıyor Kumbaracı50 oyunun tanıtım yazısında onu… Oysa Cyrano daha fazlası olmak arzusunda. Oyunda geçen bir şarkının içinde dinleyeceğiniz “Her şey olayım derken hiçbir şey olamadı!” sözleri Cyrano’ya söyletilmiş yazar tarafından. Kanıma dokunuyor bu söylem doğrusu. Haksızlık etmiş Cyrano’ya diyorum Edmond Rostand. “Çirkin!” dediği burnu bile artık görülemeyecek kadar, kendi içinde yaşadığı aşkın estetiği her yerini saran Cyrano’ya hiç kıyamıyorum.
“Sen bana güzellik ol, ben sana ruh olayım…” ile başlıyor bu hikâye.
“Öptüğü şey biraz da benim kalbimdir desem yalan değil.” masumiyetinde sürüyor.
"Her şeyi söyledim, yine sevdiği sensin.” tevazusunda sarsıyor.
“Tek bir insan sevdim, onu da iki defa kaybediyorum şimdi.” hüznünde dağıtıyor.
Ve,
“Artık hayat gözümde değil, ölebilirim.” cesaretiyle bitiyor.
Hayatımın en karanlık günlerinde bana ışık olmuş şu dizeleri Cyrano’dan dinlediğimde ise, gözlerimden birkaç damla yaş düşüyor kucağıma:
“Yapraklar…
Ne hoş düşüyorlar Tanrım!
Nasıl son bir güzellik içinde düşüyorlar.
Çürümek korkusuyla şikâyet etmeksizin,
İstiyorlar bu düşüş bir uçuşa benzesin…”
Kendi düşüşünde bir uçuş yaratmak isteyenlere, yeniden doğmak arefesindekilere de selam çakıyor Cyrano. Ah Cyrano… Eh Be “Cyrano De Bergerac…” Şu birkaç saat içerisinde, ne çok duyguyu birlikte yaşatıyor seyircisine… Boşuna demiyor ya kuşlar, haydi doğruca Cyrano’ya diye… Şifa olmak istiyor, şifa oluyor Cyrano hepimize.
Uzun uzun ayakta alkışladıktan sonra bu muhteşem ekibi, Burçak Çöllü’nün bestelediği, Cyrano’nun söylediği şu dizeleri mırıldanıyor dilim çıkarken, yalnızca benim ve beyaz karınlı görünmez kuşların duyabildiği buruk bir telden:
“Bir an bile terk etmedi kalbim sizi,
Sadece bu dünyada değil
İnzivasında bile öbür dünyanın.”