Biz De Vurulduk Ama Ölmedik
Yedi-sekiz yaşlarındayız. Mahalleden arkadaşım Eda, "Hadi!” dedi, “Birbirimize kimi sevdiğimizi söyleyelim."
Bunun nasıl kutsal bir ittifak olduğunu, ancak o yaş grubu kızlar bilir. Tabii ki hemen mahalleden bir çocuğun adını verdim ben. Çünkü denize düşsem, yeme atlamada sazan benden otuz saniye geride kalır.
Eda, sınıf arkadaşlarından birinin adını salladı ve akabinde ayakları poposuna vurarak "Özay Tonguç'u seviyooo!” diye bağırarak mahallenin iç çeperinde üç tur attı. Bugünün deyimiyle; “Ben şok!” İçimdeki donduran, kavuran, bıçağı saplayıp döndüre döndüre çıkaran o hissi anlatacak kelimem yok.
Her mahallede ergenliğe merdiven dayadığı halde akıl yaşı 4-6 arasında gidip gelen ve böyle olaylarda seve seve tellallığı üstelenen, Rasim Ozan Kütahyalı sevimsizliğinde bir çocuk vardır. Bizimki Rıza abi. Utana sıkıla "Eda da Ömer'i seviyo Rıza abi!" dedim. Gerisi onda. Çünkü intikam almak için bile fazla üşengeç ya da utangacım, bilemiyorum.
Eda hamlemi görür görmez iki eli belinde, "Söylersen söyleee, seninki mahalleden biri, benimkini kimse tanımıyor, hiç de ilgilenmezler!" dedi.
Gerçekten de öyle oldu. Allah Allaaah! Karşımda içinde olduğu toplumun dinamiklerini çözmüş, mahallede neyin reyting alacağından emin bir Acun Ilıcalı var adeta. Benim reytingim ise Flash TV, Gerçek Kesit’teki, sarı bıyıklı abininkinden ne eksik ne fazla. Mahalledeki tüm çocuklar apaçık bir gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde.
Bakınız böyle durumlarda krizi yönetebilmek, her babayiğidin harcı değildir. Her şeye rağmen dimdik durdum ve herkesi karşıma alarak dedim ki: "Hiç de bile, artık sevmiyorum ki!” Zaten mercimek kadar kalbim var; onu da piyanolu kalem kutum ve Edi'yle Büdü dolduruyor. Aşk dediğin elimin kiri, 5 dakika önce seviyordum, aha da şimdi sevmiyorum, vazgeçtim. Hadi bakalım!
Başka bir gün, Eda'yla koleksiyonumuza peçete almak için yolun karşısındaki dükkâna gittiğimizde tembihledim: "Sakın anneme söyleme!" Eda mahalleye döner dönmez pencereden bakan anneme bağırdı, "Teyzeee, biz az önce senden izin almadan karşıdan karşıya geçtiiik." Bu kız kesinlikle "Bu yaşta bu zekâ, ilerde geri zekâ!" akımının öncüsü ve ben aptalın tekiyim. Çünkü Eda yılanı tarafından ikinci kez sokuldum. Alkışı duydum, ihaneti gördüm o genç yaşımda. Neyse.
Bugün baktığımızda; insanımız, koca adam olup iş ortağı tarafından dolandırılınca, sevdiği tarafından aldatılınca, yediği kazığı hissediyor da dünyası başına yıkılıyor. İşte bunlar hep hayatta bazıları giderken, bazılarının döndüğünün göstergesidir. Neticede biz de vurulduk ama ölmedik. Siz de her şeyi abartmayı, bi bırakın artık.
Öte yandan "tecrübe" denilen şeyin yüceltilip, son tahlilde bizi hatasız bir kula ya da Ferrarisini Satan Bilgeye dönüştüreceği beklentisi de, insanın saçmalığından başka bir şey değildir. Amma da meraklısınız her şeyi idealize etmeye.
Yenilen kazıktan mütevellit tecrübe; bir öğünlük yemekten daha fazlası değildir. Yersin ama "Doydum artık ölene kadar acıkmam," diyemezsin. Mükerreren ve müteselsilen, öğün saati gelse de gelmese de yemeye devam edersin. Bu kadar diyetisyen, bu kadar psikolog taş mı yesin, Allah Allah!