Bedenin Ötesindeki Yansıma
Her gün dışarı çıkmadan, yüzümüzü yıkamadan önce farklı sebeplerden dolayı aynaya bakarız. Çirkin miyiz yoksa güzel miyiz, diye. Fakat iyi miyiz kötü müyüz, bunu sorgulamayız. Beğenmediğimiz bir şey varsa hemen el atarız, çirkinliğimizi gizlemeye çalışırız. Belki makyajla belki de ufacık bir gülümsemeyle. Yine mi içimize sinmedi, o zaman da etrafımızdakilere sorarız: “Nasılım?”
Çünkü asıl önemli olan, onlara nasıl göründüğümüzdür.
Bedenimiz nankördür. Seneler geçtikçe kırışır, lekelenir, yara izleri artar, saçlarımız dökülür, gözlerimiz görmez, kulağımız işitmez olur, dişlerimiz, kemiklerimiz erir gider, aynı zaman gibi.
Çökeriz.
Ne yaptığın makyaj, ne yüzündeki o eski gülümseme… Zaman, hiçliğe yalnız başına gitmez. Öyle ki “Nasılım?” dediğin insanlar da eksilir teker teker. Ama aynalar öyle mi? Her zaman cesaretli, sert ve bir o kadar kırılgan yapısıyla, tüm gerçekliği göstermeye devam eder. Tabii insan yüzleşmek istemez, hızlıca geçer yanından. Çünkü insan, en çok da kendisiyle karşılaşmak istemez….
Ruhumuzu gördüğümüz bir aynamız olsa keşke. Sadece kendimiz görebilsek yansımamızı.
Peki, soruyorum sana, ruhundaki çirkinlikleri ya da güzellikleri gördüğünde ne yapacaksın? Çirkinliğini örtmek için makyaj mı yapacaksın? Bu pek de mümkün görünmüyor. Hangi makyaj unutturabilir ki gördüklerini! Ruhunu gizlemek için yaptığın ve kalıcı olmayan her şey seni eskisinden daha berbat bir hale getirmez mi... Durum böyle olunca ruhun için en iyi olanı seçmelisin. Seçemiyorsan, bu aynanın karşısına geçince gördüğün manzaraya katlanacaksın. Seçim senin, ruh senin, ayna senin, fikirler senin, sevgi senin, iyilik ve güzellik, kötülük ve çirkinlik senin. Fakat seçimlerinin sonuçları sadece senin değil…
Zaman geçiyor ve ruh beden gibi nankör değil. Beynin hastalanır sana her şeyini unutturur hatta belki ruhunu da unutturur ama ruhunun o bedene ihtiyacı yoktur zaten. Ruhunu gördüğün aynaya cesaretle bakmak mı istersin yoksa tek bir hamleyle o aynayı kırıp ruhundan vazgeçmek mi istersin