Ancak Kadının Adı Varsa Erkeğin de Var
Kadın, otuz beşine gelmek üzere. Yanında uzanan genç adama baktı. Deliksiz uyumuştu yanında. Sonra kollarında. Sonra kucağında. … Ve kalkıp tekrar sevişmişlerdi. Filler gibi. Neden mi fil? Genç adam öyle anlatmıştı. Aynı gecenin gündüzünde. Demişti ki, “Filler çok duygusaldır.” Fil kalbi diye bir şey varmış. Yani herkesin kalbi var tabi de… Fil kalbi ayrıymış işte. Sevdiklerine kilometrelerce uzakta da olsa filler kalpten bağlı kalırlarmış ve gerekirse onca yolu kat edip sevdiklerine ulaşırlarmış.
Kadın, otuz beşine gelmek üzere ve asla bunun ağırlığını üstünden atamıyor. Yanında uzanan genç adamı öptü.
“Filim misin sen benim?”
Genç adam yirmi sekizinde. Ne azı, ne çoğu. Ya da şöyle: ne daha azı olabilir, ne daha çoğu. Dolu dolu, yirmi ve sekizinin hakkını veriyor. Kıvamı o adamın. Kadını kavradığı gibi kavrıyor yaşını. Altını dolduruyor. Genç adam yirmi sekizinde ve bir fil gibi seviyor.
Kadın, otuz beşine gelmek üzere. Uyurken genç sevgilisi olan diğer hemcinslerini düşündü. Nerede sıkıntılar yaşanıyordu… Yaş bu kadar önemli miydi? Aslında o kadar takmıyordu ki her şeyi… Ve haliyle hiçbir şeyi.
Çünkü gece sonsuzdu, yaşı yok. Gece, üstünü örtüyordu insanın. Gece, bir yorgana dönüşebiliyordu adeta. Gece sakınırdı ölmekten, korkutmaktan insanı… Geceye sığınabilirdi insan…
Genç adam ve kadın, yirmi sekize otuz beş, geceye birlikte dolanıyorlardı kaç seferdir. Ama ayrılma kararı verdikten sonra birlikte uyudukları ilk geceydi bu. Kadın hiç üstünde durmak istemiyordu aslında. Çünkü ne yazsa, neyi konuşsa, kalbi yoruluyordu. Bir fil olmaktan uzaklaşıyordu adeta. Oysa fil olmak istiyordu. Genç adamın onu her daim takip eden devasa kalpli fili…
Kadın, artık yaşı unutalım, uyurken adamı sevebiliyor olmaktan mutluluk duyuyordu. Bir adamı sevmek tüm gökyüzünü sevmekle eşti. Kadın kendisinde görünmeyeni sevdiğinde dünyevi her şey anlamını yitiriyordu. Sevgi varsa, her şey tamamdı.
Her yere yerleşebiliyor ve her işi yapabilirdi kadın. En çok istediği bir yayınevi açmaktı galiba. Uyku arasında rüyalarından birinden çekti çıkardı kendisini… Yayınevi açmıştı, yayınevi işletiyordu kadın.
Evet yapabilirdi. Sevdiği adamın kollarında bu hayatta ne yapabileceğini hayal ediyordu kadın. Uyku arasında düşünüyordu, hangi kitaplar daha iyi olur acaba? Neye ihtiyaç var?
Oksitoksin bu kadar önemliydi işte. Sarılarak uyumak… Sevdiği erkeğe… Defalarca değiştikten sonra… Ve güveniyordu aralarındaki bağa.
O bağ ki, çevreyi tınlatmıyordu kadına. Evlenmek zorunda mıydı? Bir şeyleri kanıtlamak zorunda mıydı? Ayrılıklarını konuşacaklardı. Ya aralarındaki bu çekimi sonlandıracaklardı ya da dostluklarını… Genç adam tek eşli değildi çünkü.
Kadın tek eşli miydi peki? O da değildi. Ama bu adam bir başkaydı. Bu adamı bir başka seviyordu kadın. Kadın verirse alan bir adamdı. İstediği buydu. Cinsellik sadece birini arzulamak değildi, günlük dilimizde cinselliğin bir yansımasıydı.
Kadın, artık yaşına dönüşmüştü, anlıyordu olan biteni. Erkek içe girerken, öfkesini de dışa vuruyordu bir nevi. Düşünmeden talep edileni ama kendi diliyle yerine getirdiği tek yerdi yatak.
Kadın ise içe alırken, aslında ne kadar teslim olmak istediğini belli ediyordu. Memesini emiyordu adam kadının defalarca… Ve ellerini tutuyor ve koruyor kolluyordu. Bu nasıl büyük bir nimetti bir kadın için. İnsanlar cinselliği neden pis bir şey gibi görüyorlardı?
Bu bir dildi. Şefkatin ya da kırgınlığın… Hoşgörünün ya da reddetmenin dili…
Kadın, yatakta yaşsız, üstünde gidip gelen adama baktı ve ona teslim oldu. Hissetti eşsizliğini adamla uyumunun… İstemedi bitsin. Tüketmek istemedi.
Kadın, adam gidince olanları yazmak istedi ama yazı da ondaki hissi alıp götürürse diye korktu. İç içe hissediyordu adamla ve ne yapsa da korusaydı bunu?
Yapabileceği tek şey kendi içine inanmaktı. Başka hiçbir çaresi yok gibiydi. Kendi içine, sevgisine ve belki tam da burada yaşına. Yaşının getirdiklerine…
Kadın, fil olabilecek yaşta, yanında uzanan genç adama baktı. Erkekliğinden bir ses gelir mi diye biraz oynadı onunla. Gelmedi hiçbir ses. Adam kadına teslimdi. Adam kadından bir şeyler almış gibiydi. Kadını içmiş gibi belki… Adam deliksiz uyuyordu. Kadın sonsuzluğa uzanmak istedi. İş, arkadaş, çevre… Hepsi safsataydı, yapardı.
Çocuk planlanılacak bir şey değildi. Gelse gelirdi. Kısmetti. Kadın sevişmekten neden bu kadar korktuğunu hatırladı. Yatak bir savaş alanıydı. Kadın sokakta savunduğu her şeyden soyunmak zorunda kalıyordu ve kadın kendi içinde bilmediği bir sesi duyuyordu kadın. Kendi sesi miydi, Tanrı’nın sesi miydi o? Kadın bilmedi. Bilemedi.
Tüm kimliklerini soyunarak yatağa girmişti. Genç adam gidince tek tek tekrar giyinecekti. Ailedeki kimliği, toplumdaki yeri, arkadaşları arasındaki statü, sorumluluklar içindeki kıdem sırası, meslekteki arz talep gramı. Sayarak bitmezdi.
Ama tek şeyi düşünüyordu. Neden ayrıyken bunu yapmışlardı? Kadın, otuz beşin dışında yaşlarda da olmuştu, yanında uzanan bu genç adamın kim olduğunu bilmek istiyordu çünkü. Onu yormadan, kırmadan… Ama ilişkinin hangi kesitinden vazgeçip, neresinden devam edeceklerini anlayarak…
Hangi rolü daha iyi oynadığını bilmeye ihtiyacı vardı kadının, içindeki file ve gecenin karanlığındaki teslimiyetine ulaşabilmek için. Herkesten ayrı ama herkesle olabildikleri o uyku anına, dağınık yataklarında… O dağınıklıktan mı sabote ediyor ve kendisini bulması gerekiyordu. Ya da toplamak mı sabote etmekti?
Kadınlar sevdiğinde kendilerini sabote ederlerdi ve bunu bulacaktı kadın. Bulduğu yerde buluşacaktı genç adamla. Ya da ayrıldığı yerden diğer kadınlara öğretecekti neler oluyor… Kadın, otuz beşine varmak üzere ve otuz beşin sonraları da olacaktı, kırklar, elli beşler, bunu yapacaktı.
… Ve halsiz düşmeden önce, erkeklere de kadınlara boş vaatler vermemeleri gerektiğini öğretecekti. Yok “Sen bana gelmeden haberin geldi”ler, yok “Ben seni içimde yaşıyorum”lar. Erkekler kadının ihtiyacının başka bir şey olduğunu görene dek dönüşecekti. O dönüşüm bir devrim olacak ve bütün dünya bir babaya dönüşecekti. Kadınlar da azim ve sabırla bunu bekleyeceklerdi. Sevgiyle, merhametle…
Madalyonun diğer tarafında ise bir gizem daha vardı çözülmesi beklenen. Kadın genç birine aşık olduğunda artık kendisine hiçbir baskı kurmaması gerektiğini de öğrenecek, aşkın yaşı olmadığını iliklerine kadar kavrayacak ve kendi yaşından eksiltecekti. Kadın gençleştiğinde erkeğin de gençleştiği görülecekti ve aşk, insanın kendisine koyduğu tüm sınır ve bariyerleri kaldırmasıyla ünlü bir değnekse eğer, bu sihirden her iki taraf da faydalanacak ve ölümsüzlüğe doğru açılacaklardı. Yaş yoktu, konulan her yaş engeldi sadece ve sadece düzeni tekrar tekrar bozmak ve kaçının kendisinden bir tane daha doğurmasını sağlamak içindi. Kesin olan buydu.