top of page
Yazı: Blog2 Post

1 Km

Nefes nefeseydi. Her zaman takip ettiği rotanın sonlanmasına 1 km kalmıştı, ama her zamanki halinden farklı olarak, rutin rotasını tamamlayabileceğinden emin değildi. “Koşucu”, kondisyonunu bu kadar etkileyen şeyin ne olduğunu düşündü; bir süredir beslenmesine dikkat etmiyordu, alkol tüketimi arttıkça artmıştı, tek tük içtiği sigarayı son dönemde günde 1 pakete çıkarmıştı. Hangisinin daha kötü olduğuna karar verememişken, bir adım daha atmaya hali kalmadığından, ani şekilde durdu. Eğilip dizlerine yaslandı, nefesini kontrol etmeye çalıştıysa da başarılı olamadı. Yolun sonunu getirmek birdenbire imkânsızlaşmıştı. Derin nefesleri, akciğerine ulaşamadan vücudunun içinde bir yerlerde kayboluyordu sanki. Her seferinde daha çok nefes almak zorunda kalıyor, verdiği kısa nefeslerle içindeki havayı dışarı atamıyordu. Vücudu ter içindeydi, giydiği tayt sırılsıklam olmuştu. Tişörtünden damla damla terler bacağına akıyordu. Nefes alması biraz sakinleşince, yol üstünde sağ tarafındaki banklara gözü ilişti, yolu tamamlayacak hali yoktu, daha fazla kendisini yormaması ve bir süre dinlenmesi iyi olacaktı.


Yavaş adımlarla, biraz da memnuniyetsiz şekilde, en yakındaki banka gitti. Sahil hattında, bisiklet yolunun tam bitişiğine bankları yerleştirmişlerdi. Oturdu, ayaklarını bisiklet yoluna doğru uzattı. Kollarını yukarıya kaldırıp birkaç esneme hareketi yaptı. Sabahın erken saatinde denizin durgunluğunu bir süre izledi, kokusunu içine çekti. Uzakta görünen teknelerin nereye gidip nereden geldiğini tahmin etmeye çalıştı, bulduğu veya bulamadığı cevapları onu bir süre oyaladı. Yoldan geçenleri izlemeye başladığında, kendisi gibi koşanların yorulmadan ve nefes nefese kalmadan, kararlı şekilde yollarına devam ettiğini fark etti. Kadınlar, erkekler. Her yaştan, her kilodan. Hepsi dinç, hepsi kendine güvenen. Yolu tamamlayamayan kimse yoktu etrafta, en azından görüş mesafesindeki banklarda, kendisi gibi yayılan kimseyi görmüyordu. Bisiklet yolu da kalabalıklaşmaya başlamıştı bir yandan, ayağını sıklıkla çekip, hızla geçen bisikletlere yol vermek zorunda kalması, canını sıkmıştı. Bisiklet yolunun tam da dibine bank konulmasının hangi aklın ürünü olduğunu düşündü, sonra umursamadı. Kalkacak hali olmadığından bir süre bankta yatmanın daha iyi bir fikir olduğuna karar vermişti. Banka uzandığında üzerine doğru eğilen ağacın dallarını gördü. Küçüklüğünden beri ağaçların türünü ve hangi balığın mevsimi olduğunu bir türlü öğrenememişti. Her seferinde bu bilgilere sahip olan insanlara hayranlık duymuş, ancak iki bilgiyi de öğrenmeye çalışmamıştı. Üstüne sarkan ağacın çam olmadığından emindi de ne olduğunu anlayamamak yine canını sıkmıştı. Bu bilgilerin bir yerlerde hayat kurtarabileceğini düşündü, eski insanlar belki de bu ağaçtan gelen sakızları çiğnerler, enerji bulurlardı, ya da daha iyisi kafayı bulurlardı. Küçük kuşları görünce üstüne bir de dışkı bulaşması riskini göze alamadı, tekrar doğruldu. Nefesi normale dönmüştü de kalan 1 km’yi tamamlayabilecek gücü hâlâ bulamamıştı.


Normal şartlarda, yani rutin rotasını tamamlayabilmiş olsa acele şekilde eve gidip duş alması, hızlıca giyinmesi, mutlaka saçlarını iyice kurutması, hafif bir şeyler atıştırarak hızla evden çıkması, arabasına atlayıp ofise gitmesi ve o gün de çok çok çalışması gerekirdi. Bugün son 1 km’yi tamamlayamadığından tüm programı alt üst olmuştu. Artık eve gidemezdi, duş alamazdı, kahvaltı edemezdi. Tabii ki ofise de gidemez ve kesinlikle çalışamazdı. Ofise gitmeyince ilk yarım saat içinde yokluğu fark edileceğinden, iş arkadaşları merak edip mutlaka ararlardı. Telefonla konuşmaya hali, sorulara verecek cevabı yoktu. Koşarken cep telefonunu koymak için sol koluna taktığı yapışkanlı kılıftan cep telefonunu çıkardı. Telefonuna bakmaya zahmet etmeden, elinde telefon olan sağ kolunu, bir gülleci gibi en geriye doğru açtı ve bütün gücüyle telefonu denize doğru fırlattı. Tam isabet! Telefon kayalıklardan denize doğru uçmuştu.


İş arkadaşları kendisine telefonla ulaşamadıklarında muhtemelen bir süre bekleyecekler, sonra haber verecek herhangi bir yakınına ulaşamayacaklarından –daha doğrusu hiçbir yakınını tanımadıklarından ve telefonunu bilmediklerinden- bir yandan hakkında devamsızlık tutanakları hazırlayacaklar, bir taraftan da -yine vicdanının sesini dinleyen birileri tarafından- evine bakılması için birilerini göndermeyi akıl edeceklerdi. Evini kontrol etmeye gönderilen gönülsüz gönüllü, kapıyı birkaç kez çalacak, kapı açılmayınca bu kez işyerine geri dönerek durumu bildirecekti. Bunun üzerine ofistekiler bir süre daha beklemenin daha doğru olacağına karar vererek, belki de “kafasına esip işi gücü bırakıp güneyde bir yerlere gittiğine” karar vereceklerdi. Ama ortada kalan işleri birdenbire bırakmasının, pek de tarzı olmadığını kabul eden, birkaç aklı selim, evinde başına bir şey gelmiş olma ihtimalinin daha fazla olduğunu iddia edecek, polisi aramakta ısrarcı olacaktı. Polisi aramak konusunda tartışmalar devam ederken, sonuçsuz tartışmalara dayanamayan sabırsız yönetici, polisin derhal aranması yönünde talimatını iletince, çalışanlar sus pus olup hemen talimatı yerine getirecekti. Polisler olayı haber aldıktan sonra, eve -kapıyı kırarlar mı emin olamadı- önce anlaşmalı çalıştıkları çilingiri yanlarına alarak binaya gidecek, biraz komşularla konuştuktan ve “sessiz sakin biriydi, tek başına yaşardı, işe gidip gelirdi, herhangi bir şey duymadık” şeklindeki ifadelerinden sonra kapıyı açtırmaya karar vereceklerdi. İçeriye girdiklerinde, evin düzenine ve temizliğine bir süre inanamayacaklardı o kesin. Hızlıca eve göz attıklarında, yakın zamanda temizlik yapılmış olduğunu da muhakkak anlayacaklardı. Evdeki her eşya, bir mobilya mağazasının showroomunda bulunacak şekilde kusursuzdu. Evde yaşandığına dair tek bir kanıt bırakmayı sevmediğinden, köşe bucak tüm eşyaların, kitapların, dergilerin, banyodaki şampuanın ve mutfaktaki baharatların her birinin belirli yerinden başka bir yere konulmasına tahammül edemezdi. Bu yüzden evine kimseyi davet etmez, kurduğu bu düzen içerisinde, düzenini korumak için üstün bir çaba sarf ederek yaşamayı tercih ederdi. Tüm bu olacakları düşününce, eve gidemeyeceği tamamen kesinleşmişti. Bundan sonra yapabileceği tek şey, koşmaya başladığı istikamete doğru yürümekti, hem böylece yolda aklına başka bir şeyler gelebilirdi.


Düşünceli şekilde, yavaş ve dağınık adımlarla yürümeye başladığında, karşısına yaşlı bir dilenci kadın çıktı. Dilenciyi görünce durdu. Dilenci ellerini uzatıp, “Allah rızası için” para istediğinde, kadının ellerinin çirkinliği dikkatini çekti. Nasırlı, lekeli, kırışık ve simsiyah eller, bodur parmakların ucunda içi toz toprak içinde tırnaklar. Kendi ellerinin dışarıdan nasıl göründüğünü düşündü, sanki ilk kez görüyormuş gibi incelemeye başladı. Uzun parmakları, düzgün kesilmiş tırnakları, kirden pislikten uzak, temiz ve bakımlı biri olduğunun ispatıydı. Kendisiyle öylesine gurur duymuştu ki, dilencinin yanında dikilip soru cümlesi tonunda “Allah sevdiğine bağışlasın” şeklindeki tekrarlarını geç fark etti.


Dilenci çekip gitmeyen, ama kendisi ile de hiç ilgilenmeyen “tuhaf”ın yanında bildiği tüm dua ve benzerlerini okurken meraklıydı. Dilencinin iyi dilekleri, duaları veya benzeri sayıklamaları sabırsızlanmaya başlamıştı, son cümlesini bitirirken “dünyadan kopuk”, ellerine bakmayı bıraktı, bu kez dilenciyi baştan ayağa incelemeye başlamıştı. İlk kez insan görmüş gibi, hayretle bakıyordu yaşlı kadına. Kalın yün çoraplarının üstündeki eski ve yırtılmış terlikleri, pazen eteğinin altındaki pijaması, üstündeki delik deşik içliği ve yün yeleği, her birini uzun uzun inceledi. Daha önce hiç fark etmediği şeyleri görüyor, hiç düşünmediği şeyleri düşünüyordu. “Farkındasızlık”la yaşadığı hayatının, kurduğu düzenin saçmalığına şaşırıyordu en çok. Bugüne kadar övündüğü her şey; düzen, temizlik, hijyen, hepsi önemini kaybetmişti bu anda. Katı kurallar ani şekilde paramparça olmuştu, var olduğu halinin yoruculuğu, yalnızlığı, bırakamadığı tüm takıntıları gözünün önündeydi artık. Yaşlı kadın, başka türlü yaşamanın da olabileceğini anlatmıştı sanki konuşmadan. Değer verdiği ne varsa yıkmıştı bir yandan da. Sahip olduğu, övündüğü, dayandığı ne varsa, hepsinin tam zıttı karşısında sabırsız şekilde duruyordu işte.


Tüm bu düşüncelerin içinde, bir an kadının paraya ihtiyacı olduğunu duyduğunda/fark ettiğinde koşarken ne olur ne olmaz diyerek yanına aldığı en büyük banknotu bilinçsizce şortunun iç cebinden çıkardı, dilenciye uzattı.


Dilenci, aldığı parayı görünce, sonuçtan memnun, bin şükürlü dualarına başladı. Bu anda bir tarafın çekip gitmesi gerekirken, hiç kimse gitmediğinden şükür ve teşekkür faslı normalden uzun sürdü. Dilenci, durumun tuhaflaştığını fark etmiş olduğundan, sonlara doğru rahatsızlığını belli etmeye başladı. Ancak aldığı paraya haksızlık etmek istemezdi, bir tür meslek ahlâkı olduğu söylenebilirdi. “Dua dinlemeyi seven”in ise gidecek yeri ve dilenciye bakmaktan daha iyi bir seçeneği yoktu. Bu anlamsız duruşa son veren dilenci oldu, birdenbire konuşmayı kesip hızla yürümeye başladı. “Ani şekilde ortada kalan” da dilencinin peşinden gitmekten başka çaresi olmadığından aynı hızla yürümeye başladı. Dilenci takip edildiğini görünce biraz endişelenmişti, “kafadan çatlak”ın verdiği parayı geri isteyeceğini düşündü. Biraz ileride oğlu ve arkadaşları da dileniyorlardı, onların yanına ulaşabilirse, rahatlayacaktı. Bir yandan olabildiğince hızlı yürüyor, bir yandan da “takipçi”ye peşini bırakmasını söylüyordu. Dilenci başlangıçta emir kipiyle konuşurken, yürüyüş devam ettikçe küfür kipiyle konuşmaya başladı. “Laftan anlamaz” hiçbir tepki vermiyor, dilenci kendisine ne derse desin, peşinden gitmeyi bırakmıyordu. Dilenci yerde bulduğu taşları, sağ tarafındaki bankın hemen yanındaki çöp kutusunun kenarına bırakılmış boş bira şişelerini “sağır mıdır nedir”e fırlattı. İsabet ettiremediği için telaşlandı, ancak bir karşılık gelmediğini görünce de rahatladı. Hızla yürüdükleri epey uzun yolun sonunda dilenci, kendi doğurduğu dilencioğlunu gördü, yavaşladı. Yanına ulaştığında oğluna olan biteni, “Allah’ın sapığı”nın korkutucu biçimde kendisini incelemesini bir çırpıda anlattı. Dilencioğlu bu duruma çok sinirlendi, dilenirken takındığı mahcup ve ağlamaklı tavrı derhal bir kenara bıraktı, arkadaşlarını çağırdı. Arkadaşları geldiğinde, zavallı annesinin başına gelenleri bire bin katarak tekrarladı, annesi oğlunun her söylediğine şiddetle katıldı. Hepsi birlikte, “deli/sapık/katil”e uzun uzun baktı. Karşı taraftan ufacık bir tepki bekledilerse de o tepki hiç gelmedi. Mecburen tepkiyi vermek zorunda kalan da kendileriydi. Hızla ve sinirle yürüdükten sonra, “Ulan itoğlu it”e, yaşlı bir kadına uzun uzun bakıp sonra da takip etmeye utanıp utanmadığını ve amacını sordular; fakat yine hüsran, herhangi bir cevap alamadılar. Cevap alamamak onları daha da çok sinirlendirdi; “orospu çocuğu”nu önce ufak ufak sarstılar sonra sarsmalar şiddetlendi, itmeye dönüştü. Ne deseler, ne yapsalar tepki alamayınca, en doğrusunun dövmek olduğunu düşünüp vurmaya başladılar. Birilerini dövdüklerinde, can yaktıklarını bilmek istediklerinden bu dayak onlara hiç zevk vermedi. “Ağzına sıçsak sesi çıkmayacak”ın sapık veya katilden ziyade delirmiş olduğuna ikna olduklarından, “zavallı”yı oracıkta bırakmaya karar verip dilenme işlerine geri döndüler. Yaşlı kadın olanlardan memnun, intikamının alındığını düşünüp gülümsedi. “Dayağı hak etti”ye tiksinerek baktığında, ağzı burnu kan içinde olmasına rağmen onun da gülümsediğini gördü. Yaşlı kadın daha fazla dayanamadı, bir tekme ve dolu dolu bir tükürük de kendisi savurdu. “Kapatmak lazım bunun gibileri akıl hastenesine”, yine nefes nefeseydi, ama bir yandan huzurlu; son 1 km’yi nihayet tamamlamıştı.


İçi rahattı, artık eve gidebilirdi.




37 görüntüleme0 yorum