Çivi
duvardaki çivi sökülüp düştü parkeye
onunla birlikte fotoğrafı babasının
kırık camlar arkasında gayriciddiydi yüzü
bakıştık kısa süre, her parçada bir zaman sakarı
nemrut’tan dönmüştü o kış, paçalarında neredeyse buz
güneşi en güzel orada gördüm dedi ikimize
karısının saçlarının arasındaki yorgunluğu umursamayıp.
dağ rüzgârı başkadır, bulutlar göğün düşünceleri
okur insan her şekilden koca bir kitabı
istanbul’dan mı kahire’den mi gelmişti o mektup
odanın orta yerine kurulmuştuk hepimiz
gözyaşları dinmiş gibi, herkesi kendine inandırmıştı
annesi, dördüncü günü beklemeden yoklara binlere karıştı
geçmiş, dedi ninem, anlatıldıkça tatlanır
zehir sanırsın yaşarken, bağrında hatıralar
bolluk bereket verir gövdenden fışkırırken
biz yine pencerelerden baktık akşama
geleni gideni olanlardan olmadık daha sonra
iki sene önce buldum bu deniz gören evi
sandıktan mı kitap arasından mı çıktı
bir emanet bildim astım duvara,
paltosu sırtındaki fotoğrafını, kalbimdeki yerini
düşen bir çiviyle hatırladığım yüzü
varlığını unuttuğum nice şey gibiydi
gelecek dedi ninem, gördükçe taçlanır.
hacıyatmaz
beni bir beşik gibi salladı durdu hayat
kırk sene kırk eşikten geçirerek
bir taşın ucunda durdurarak
öğretti öğrenilmemesi gereken anları
ağzım dilim gönlüme dolan yas
yorgundu kalbi,
teninden geçmiş onca güz çiziği
baktığı camlar tarih şimdi
masada duran oval bir sürahi
solmakla çürümek arası sisi sokağın
belki de gölgesiydi
arkasından usul usul uzaklaşan
kokladığım yazması mendili
kalanın ağırlığı yaşamda
onca kelimeden sonra
hâlâ bilebilirmiş gibi
sabrı öğreniyor insan
günlerin alacasında
doğrusu hayat bir hacıyatmaz.