ÖZGÜRLÜĞÜN GÖZLÜĞÜ
Kapa gözlerini. Görme dünyayı.
Gördüklerin yanılsama. Duy… Duyumsa…
Bir kemanın tellerinden dökülen hüznü meselâ. Bir çocuğun kahkahasını ya da.
Bir ağacın yapraklarına veda etmesine tanıklık et kulaklarınla.
Kırmızıya, maviye, yeşile; camgöbeğine bula gökyüzünü, denizi, ormanı, ağacı, taşı, toprağı… Bakma ama onlara. Duy. Duy seslerini.
Dolaş semtinin sokaklarında bomboşken… Yağmurluyken… Rüzgârlıyken… Kar yağdığında… Kalabalıkken de dolaş, bırak kendini insanın coşkusuna.
Kapıl bir aşkın esintisine. Git peşinden bırakma hiç.
Gerekirse kestir saçını, gerekirse bırak dağınık kalsın.
Saçlarının sana neler fısıldadığına dikkat kesil.
Masum çocukluğunu arayıp durma artık. Masumiyet çocuklukta güzel.
Dokun derinlerinde büyüyen dünyaya. İsyanına, avluna, bahçene, iyine, kötüne…
Avuçlarına çizilmiş çizgilerin mahkûmu olma. Gündüzünü geceye dola, sessizce hayalinin ıslak patikalarına karış.
Şaş her yeni güne. Ne getirir bilinmez, hayat denen sürprizli yol.
Mutlak mutluluk olmadığı gibi mutlak mutsuzluk da yoktur.
Özgürleş, sabit ve katı inançlar karşısında. Uzun uzun konuş kendinle.
Sorular sor, sorgula, saçlarına düşen beyazlar evin senin, yüzündeki çizgiler çocukluğun, korkma onlardan dokun ve şefkat göster hepsine.
Duymaların özel kılar hayatı. Özgürleştirir ellerini, içindeki huzursuzlukları, gönlünün yamaçlarını. Rüzgâra bırak gülüşünü. Bazen çiçekler açar kalbin, bazen kararır… Yine de bırak soluğunu karışsın evrenin derinliklerine. Merak etme dokunur bir gün… Bir yerlerde… Birilerine…
Veda etmekten korkma… Bir vedaya bakar yeni başlangıçlar.
Yolların başlangıçlarında… Umutla… Hüzünle… Özgürlükle…
