Çeşme
“Olmaz olasıca!” diye bağırdı çeşmeye bakarak. Sinirli olan sesinin evin duvarlarında yankılanmasına ve “Bana mı dedin?” diye yan odadan da karşılık gelmesine aldırış etmedi:
“Bu çeşme her seferinde neden böyle yapıyor?” Eliyle tezgâha sertçe vururken son üç kelimeyi de defalarca tekrar etti. Yan odadaki, öfke nöbetini anlayıp mutfağa koştu: “Sakin ol, sakin ol.”
“Sakin oluyorum da ne değişiyor sanki? Hiç!”
“Olmuyorsun da ne değişiyor peki? Sadece kendine zarar veriyorsun. Hatta sırf kendine olsa yine iyi. Bana da zarar veriyorsun.”
“Sana mı?”
“Evet, bana da! Zarar vermek için ille de fiziksel bir şey yapmana gerek yok. Sen üzülünce ben de üzülüyorum.”
Karşısındaki cevap vermek yerine sakinleşmeye çalıştı ama bir türlü beceremedi. Bunu fırsat bilip konuşmaya devam etti:
“Biliyorum, bu evi istemiyorsun.”
Durdu. Karşısındakinin duygusunu anlayabilmek için yüzünü inceledi. Boş gözlerle baktığını fark edince devam etti:
“Sen acı çektikçe ben de acı çekiyorum. Ancak biliyorsun…”
Sözünü tamamlamaya çalışıyordu ki bölündü:
“Hiçbir şey bilmiyorum.”
Sözünün bölünmesi onu gerse de sakin kalmaya çalıştı:
“Biliyorum, burası sana dar geliyor. Sıkışmışlık hissi yaşıyorsun. İnan ben de öyleyim. Kaç kere konuştuk. Defalarca buradan çıkmaya çalıştık çalışmasına ama bir şeylerin her zaman buna engel olduğunu biliyorsun.”
“Bir şeyler mi? Ah senin şu mistik yorumların yok mu? Bir kurtulamadın şundan.”
Sonunda gerginliğini belli edercesine sesini yükseltti:
“Ona bakarsan sen de şu sinirinden bir türlü kurtulamadın.”
“Tamam, kabul ediyorum. Ben zor biriyim. Ama sonuçta bana katlanmak gibi bir mecburiyetin yok.”
Anlık olarak vicdan azabı hissedince sesi yumuşadı:
“Önceleri olduğu gibi, şimdi de konuyu boşanmaya getirmen üzücü ve aynı zamanda bu durum senin henüz kendinle bile anlaşamadığın anlamına geliyor.”
“İşte şimdi de kişisel gelişim kitaplarından alıntılar başladı!”
Sesi tekrar sinirlendiğini işaret ederken kendini zorladı:
“Düşüncelerimle dalga geçip küçük görme lütfen. Sen sadece kendini sevmiyorsun. Az önceki çeşme de bunun bir bahanesi. Orada kendine kızdığını ikimiz de iyi biliyoruz.
Sonuçta, o çeşme her gün, her dakika damlatıyor. Hatta şu eve gireli beş yıl oldu. O gün bugündür de bu durum değişmedi.”
“İyi ya işte, dayanamıyorum artık.”
“Neden bu kadar takılıyorsun ki?”
“Bu evden nefret ediyorum!”
“Benim de çok sevdiğim söylenemez. Hatta evlerin de ruhlarının olduğuna inanan biri olarak, bu evin de bizi istemediğine eminim. Ama bir vakit var demek ki. O vakte kadar beklememiz lazım.”
“Kim belirliyor bu vakti?”
“Bilmiyorum.”
“Emin konuşuyorsun ama.”
“Hayatta bazı şeyleri sadece yaşamak gerek. İlle de açıklamasının olması gerekmez.”
“Saçmalık. İrade denilen bir şey vardır.”
“O halde neden bunca uğraşımıza rağmen bir türlü şu lanet evden çıkamıyoruz?”
“Bilmiyorum.”
“Demek ki senin de bilmediklerin varmış.”
“Senin şu demagojilerin yok mu? Beni benden alıyor.”
Bir anlık duygu yoğunluğu yaşar gibi susmuştu ki yutkunup devam etti:
“Bu evi güzelleştirmek için o kadar çok uğraştım ki…”
“Hemen hemen hepsine şahit oldum. Yalnız bir şey unutuyorsun.”
“Neymiş?”
Karşısındakinin kendini anladığını varsayarak sesini yumuşattı:
“Evleri ev yapan insandır. Bu ev bomboştu. İçini beraber doldurduk. Bin bir emekle başardık bunu. İnsanın kalbi de bedeni de içini doldurmazsan bomboş oda gibidir. Boş evlerinse içi çabuk yıkılır. Dolu ev öyle midir? Bu eve kıymet veren bizim anılarımız belki de. Bana kalırsa bu evden çıkamıyorsak hatıralarımız buna izin vermiyordur.”
Gülümsedi: “Mantığım bu dediklerini hiç anlamasa da kalbim seni dinlemek istiyor. Aksi halde hiçbir çıkış bulamıyorum.”
Bu düşünceler iki tarafı da hiç tartışmamışlar gibi birden sakinleştirip birbirlerine yumuşacık bakmalarına sebep oldu.
Bir müddet sonra iki çift göz, evin çatlamış sarı sıvalarında gezinmeye başladı.
“Belki de,” dedi biri, “bu ev, kimsenin sevmediği şekilde seviyordur bizi.”
Bozuk çeşmenin damlaları yavaşlarken eve huzur girmeye başlamıştı bile.