Çamlar Senin İçin Çalıyor
Dudaklarımda kan uğultusu
Kulaklarım çınlıyor dünyadan
Ve
Olağanca olmayanlardan
Geriye kalan nedir, bileklerin
Ve kusurlu kurabiyelerimden
Gözlerime inen çiy taneleri
Hangileri?
Gömülü yaşları geri getirir
Bir papazı uğurlayan piyalede
Âşık bir sancının mum ateşi
Asılı seneler, çarmıhtaki teşrin-i evvel
Ve birkaç öpüşten silinen
Tende kıvranış selâları
Dünya bu, dedi âşıkâne
İçinde hangi sanat olabilir senden
Meyvesini zorlasan bile
Birkaç çim üzre yığılmış örtüde
Mırıldanan kurabiyeler
Ve gövdelerin! Ellerimde kesilen haritası
Uzun, upuzuuun bir minaredir
Şimdi ezan sesi
Tamam, susalım şimdi.
Halısı toplanmış mihrabın
Edalı uhrevîsi, geriye kalan nedir
Gözlerimde ilk cemrenin
Parmakları silinir
Utangaç alev, pişman ten üstünde
Ellerin, o ben miyim
Kusurlu kalbim
Yine sesi açık kalan mendiller
Unutulmuş çalkantısı dünya denen ayranın
Senin gözündeki yaşın kokusu
Sessiz seher gürültülerinden söz eden,
Hoyrat bağırtısı tekerleklerin
Hepsi bir, hepsi olağanca
Papazın avuçlarında
Yuvarlanan bir doğum
Çarmıhın sıcacık kucağında
Ama sevgilim olman için
Biraz yanman gerekliydi musallada
Ve parmak uçlarında gezinen karaltıyı
Bir sinek gibi göğsüne takman
İşte böylesi bir kışta kalmış cemre
Böyle bir cenderede paralanır dünya
Allah-u âlem!
Peut être tout sancısında
Şimdi pelerinimin altına gizlen
Sevgilim, durmayan yağmurlar tanıdın
Hem bu ne ilk düşümüz çimlere
Ne son
Birkaç kez gerilmiştik aynı tahtaya
Tırnaklarından topladığım
Parçalanmış kurabiyeler var
Ve daha önce duymadığın makamda
Okunan selâlar parça parça
Kalk ve gidelim artık caddeler yalnızlığına
Biz aynı tabutun
Aynı olağanlığıyla
Ayrı ayrı
Asılarak.