KÖKLER
Usulca geldi çattı yine kış. Bekleyişlerin tüm ağırlığı yavaş yavaş dağılır vücudunda bu mevsim. En çok bu zamanlarda düşer aklına çocukluğunun ılık rüzgârları. Bir mırıltı gelir yerleşir gözlerinin tam ortasına. Zaman… Zaman akışta. Akan zaman mı sen mi, bilinmez. Bir kuşun kanadının suskunluğu gibi, öyle tarifsiz, öyle nefes kesici. Düş’lerin düşünce, zaman da çelme takar bekleyişlerine. Anların toplamı değil mi insan? Yoksa yaşanamay”an”ların mı? Gönderilmemiş bir aşk mektubunun belirsizliği varken yüreğinde, aslında her şeyin belirlenmiş olduğunu fark edersin ya, tutun işte ona… İnsan önce kendi içine ait olmalı. Benliğine kök salmalı. Hiç ışık olmadığında, yalnızlığa düştüğünde sarılmalı o köklere. Sonsuzluk… Korkutuyor insanı. Korkunun tohumu da olmalı, öfkenin, başkaldırının köklerinin daha da derinlerinde. Ayrılık değil mi ki sevdanın tamamlanmasını sağlayan. Titrese de dizlerin, gizlesen de toyluklarını düşeceksindir o kuyuya. O kuyu ki; derin, karanlık. Paniğe kapılma bekle orda… Ferfecirde seni bekleyecek güneş. Aynanın karşısında gördüğün sen misin? Kendin hakkındaki fikirlerin ne kadar gerçek. Muamma orası muamma. Usulca geldi çattı yine kış… Hangi rüzgârları estirir yüreğinde, hangi yağmurları yağdırır bilinmez… Bilinmezliğin dumanı tüter bir fincan kahvenin üzerinde. Usul usul geldi girdi koynuna yine kış…
